Padişah Abdülaziz ve Fransa Kraliçesi Arasında Ne Yaşandı?
Fransa İmparatoriçesi Eugenie, eşi İmparator III. Napolyon adına Osmanlı Sarayını ziyaret etmesi Osmanlı tarihindeki en şayia dolu hadiselerden biri.
- | Son Güncelleme:
- | Yeni Günaydın
İddiaları çürüten en önemli unsur, sonrasında gelen devlet liderlerinin de Fransa Kraliçesi Eugenie kadar iyi ağırlanması ve hatta sultanın daha fazla alakadar olmasıydı. Sultan Abdülaziz Eugenie ziyaretinden büyük bir kredi anlaşması elde etti.
Fransa İmparatoriçesi Eugenie, eşi İmparator III. Napolyon adına Osmanlı Sarayını ziyaret etmesi Osmanlı tarihindeki en şayia dolu hadiselerden biri.
Bazıları Sultan Abdülaziz'in Eugenie'ye âşık olduğunu iddia ederken, kimi kesimler ikili arasında bir yakınlaşma olduğunu ve meselenin büyümesini Valide Sultan'ın araya girmesi engellediğini söylüyor.
Eugenie'nin İstanbul ziyaretinin detaylarına bu dosyada yakından bakacağız. Ancak Evvela Sultan Abdülaziz'in evrak-ı perişanına göz atalım.
Sultan Abdülaziz'in yükselişi ve düşüşü
Abdülaziz 7 Şubat 1830 yılında dünyaya geldi. Pertevniyal Valide Sultan'ın oğlu olan Abdülaziz, Sultan Abdülmecid'in de kardeşiydi.
İyi bir eğitim aldı ve rahat bir şehzadelik yaşadı. Abdülmecid'in ölümü sonrası 1861 yılında henüz 31 yaşındayken tahta oturdu.
Sultan Abdülaziz kendisinden önceki sultan olan Abdülmecid'in aksine, saraya kapanmış, halktan kopuk bir profil değildi.
Camilere gidiyor, halkla beraber namaz kılıyor, onlarla yemek yiyor alışılagelmiş padişahlardan farklı bir görüntü ortaya koyuyordu.
Sık sık şehir dışı ziyaretlerde bulunan sultan, Avrupa'ya da gitti ve bu seyahatte birçok önemli karar ve anlaşmaya imza attı.
Maliye, askeriye ve eğitimde önemli yenilikler yapan sultan, bozulan Osmanlı ekonomisini ise tam anlamıyla ıslah edemedi.
Abdülaziz'e karşı artan muhalefet
Sultan Abdülaziz'in bazı tutumları aydın ve ordu arasında rahatsızlık oluşturuyordu.
Bunların başında istişare konusundaki katı tutumuydu.
Sultan iktidarı döneminde tam 15 kez sadrazam değiştirmişti. Emirlerinin sorgulanmasına asla izin vermiyordu.
Bir defasında birlikte satranç oynadığı Abraham Paşa'nın kendisine itiraz etmesi sonrası satranç tahtasını Paşa'nın kafasında kırması çokça anlatılan bir hadisedir.
Sultan, yanında sık sık dalkavuklar ve perde göstericiler bulunduruyor, davranışlarından hoşlanmadığı devlet adamlarını bu kimselere hiciv ettiriyordu.
İzzet-i nefisleri kırılan paşalar durumdan son derece rahatsızdı, özellikle bunların içerisinde Hüseyin Avni Paşa'nın Sultan Abdülaziz'e olan nefreti kişisel bir husumet boyutu kazanmıştı.
Sultan'ın sonunu getiren atama: Mahmut Nedim Paşa
Sultan Abdülaziz, devlette bir denge mekanizması işlevi gören Ali Paşa'nın vefatı sonrasında sadrazamlığa Mahmut Nedim Paşa'yı getirmişti.
Göreve gelmeden önce de halk ve bürokrasi tarafından sevilmeyen Nedim Paşa icraatlarıyla tüm okları sarayın üzerine çekmişti.
Sevilen valilerin şehir şehir sürülmesi, sayısız memurun gerekçesiz işten atılması, devlet ihalelerinde yapılan ciddi yolsuzluklar Mahmut Nedim'in rahatsızlık veren icraatlarındandı.
Mahmut Nedim Paşa ile bürokrasiyi karşı karşıya getiren asıl hadise ise Ruslara karşı verilen akla ziyan tavizler oldu.
Rus Büyükelçisi İgnatiyef'in Mahmut Nedim Paşa üzerinde önemli bir tesiri vardı.
Mahmut Paşa neredeyse hiçbir kararı İgnatiyef'e danışmadan almaması Hüseyin Avni ve Mithat Paşa'ya darbe için psikolojik zemini hazırladı.
Durumdan şüphelenen İgnatiyef bu iki paşayı kendisine tehdit olarak gördü ve sürgüne gönderilmelerini sağladı.
Paşalar kısa bir süre sonra İstanbul'a çağrıldılar ama bu sürgün artık harekete geçmeleri gerektiğini onlara somut bir şekilde gösterdi.
Başarısız darbe ve suikast girişimleri
Sultan Abdülaziz tahttan indirilmeden önce kendisine karşı birçok darbe teşebbüsü düzenlendir.
Bir defasında Mithat Paşa, Sultan Abdülaziz'in Alemdağ kasrına gitmesini fırsat bilerek şehzade Murat'ı tahta çıkarmayı denedi.
Sultan Abdülaziz'in erken dönüşü bu teşebbüsün hayal kırıklığı ile sonuçlanmasına neden oldu.
Darbenin başarısız olmasından sonra Mithat ve Hüseyin Avni Paşalar birçok defa Sultan'a suikast teşebbüsünde bulundu.
Bunun için Hüseyin Avni Paşa bir Arnavut suikastçıya yüklü miktarda para ödedi; ama plan ortaya çıkarılıp zanlı yakalandı.
Hüseyin Avni Paşa olayın arkasında kendisinin olduğunun ortaya çıkmasını engellemek için zaptiye nazırının (emniyet bakanı) evine giderek Arnavut suikastçının konuşmadan öldürülmesini rica etti.
Nazır, Arnavut'u öldürmedi ama konuşturmadan İstanbul'dan uzaklaştırdı.
Hüseyin Avni Paşa Arnavut'un kendisine karşı bir koz olarak hayatta kalmasına rıza göstermesinden dolayı daha da öfkelenerek artık darbe yapmaktan başka şansı olmadığına inanmaya başladı.
Ekonomik kriz Sultan Abdülaziz'in sonunu hazırlıyor
Devlet derin bir ekonomik krizin içinde bulunuyordu ve dış borçları ödemekte oldukça zorlanıyordu.
1875 yılında devletin ödediği borç ve faizleri 5 yıl boyunca keserek bunun yerine esham dağıtacağı haberi ülkenin hem içinde hem de dışarda şok etkisi yarattı.
Mithat ve Hüseyin Paşalar hemen harekete geçerek durumu daha da kışkırtmaya başladı.
Gizli gizli toplantılar yapmaya başlayan Paşalar içlerinde Şeyhülislam'ın da olduğu pek çok önemli toplantı yaparak darbeye karar verdi.
Kışkırtmaların sonucunda sayısı 4 bini bulan öğrenciler Yıldız Saray'ının önünde toplanarak Sadrazam ve seraskerin azledilmesini istedi.
Sultan olayların büyümesini istemedi ve bu teklifi kabul etti. Mithat Paşa sadrazamlığa Hüseyin Avni Paşa da seraskerlik makamına getirildi.
Paşalar artık Sultan'ı tahttan indirecek stratejik güce bu şekilde sahip olmuşlardı.
Erkene alınan darbe
Darbeci pPaşalar, Fetva Emini Halil Efendi'den Sultan'ın hâl edilmesi için gerekli fetvayı alarak işe başladılar.
Darbe için planlanan günden önce beklenmeyen bir gelişme Cuntacı Paşaları tedirgin etti.
Sultan Abdülaziz yaverini göndererek Mithat ve Hüseyin Avni Paşaları saraya çağırıyordu.
Sultan'a mühim işleri olduğunu kısa sürede geleceklerini bildiren Paşalar Darbe gününü bir gece öne çekerek harekete geçtiler.
Darbe şöyle gerçekleşecekti:
Hüseyin Avni Paşa'nın saray bahçesine yerleştirdiği Arap askerler harekete geçerek içeriden Sultan'ı esir alacak, askeri lise öğrencileri ise sarayın dışında bir güvenlik kordonu oluşturarak çatışmaya hazır olacaktı.
Son olarak Şehzade Murat tahta oturtularak Padişah ilan edilecekti.
Darbeden haberdar olan ve cuntacılarla birlikte hareket eden Şehzade Murat'ın psikolojik sorunları vardı.
Darbenin öne alındığından habersiz olan şehzade sabahın 5'inde cuntacı askerleri karşısında gördüğünde onları Sultan Abdülaziz'in gönderdiğini zannederek akli melekelerini iyice kaybetti.
Tahta oturtulduğunda dahi şehzade Murat hâlâ öldürüleceğini sanıyordu.
1876 yılının 30 Mayıs sabahında askerler ve donanma Dolmabahçe Sarayı'nı kuşattı.
"Yangın var" sesleri arasında uyanan saraylılar büyük bir panik içerisinde koşuşturmaya başladığında bunun bir darbe girişimi olduğunu ilk anlayan Sultan Abdülaziz, yaverine kimin cülus ettirildiğini sordu.
Aldığı cevap; "Şehzade Beşince Murat" idi.
Osmanlı Padişahı Abdülaziz ve Fransa Kraliçesi Eugenie
Sultan Abdülaziz'in yaptırdığı ihtişamlı Beylerbeyi Sarayı'nın ilk konuğu Fransa Kraliçesi Eugenie oldu.
Eugenie, aslında lüks yatıyla Süveyş Kanalı üzerinden Hindistan'a gidiyordu; ama programında meydana gelen değişiklik sebebiyle İstanbul'a yöneldi bunu haber alan Sultan Abdülaziz, Kraliçe'yi ağırlamak istediğini belirtti.
13 Ekim 1869 yılları arasında yaklaşık 4 gün süren bu ziyaret Fransa ve Osmanlı'nın iyi ilişkiler geliştirdiği bir döneme denk gelmişti.
Padişah, Kraliçenin yatacağı yerin nevresimlerine kadar yakından alakadar olması esasen siyasi bir amacı vardı çünkü Fransa, Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'ne askeri ve ekonomik yardımda bulunmuştu.
Lakin bu ilgi Saray ahalisi arasında kısa sürede dedikodulara neden olacaktı.
Halit Ziya Uşaklıgil, Kraliçe'nin İstanbul'a adım atışını şu sözlerle anlatacaktı:
İşte bu İmparatoriçe artık yılların sıkletiyle bir harabe haline gelmiş iken 'geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer' diyerek İstanbul'un o zamana ait hatıralarını, ölümün parmakları gözlerini tamamıyla kapamadan evvel bir daha deşerek uyandırmak üzere İstanbul'a uğruyordu.
Bu öyle fevkalade bir hadiseydi idi ki bütün Saray altüst oldu ve kendisini çocukluğunda görmüş Hünkâr da bu kadını o hâl-i hareminde görmeye tehâlük gösterdi.
Bizler, kendisini Dolmabahçe'nin rıhtımında istikbâl ettik. Kendisine lâyık olan ihtirâmât ile padişahın huzuruna îsâl olundu. Eugénie İstanbul'a ilk seyahatinde pek küçük bir çocuk olarak tanıdığı Yusuf İzzettin'i de görmek arzusunu izhâr ettiğinden bu mülâkat esnasında o da bulundu. Mülâkat pek samimi oldu.
İmparatoriçe çocukluklarını tanıdığı bu iki zatı kırk sene sonra görünce ne düşündü, ne duydu, bu sarayın merdivenlerini divanhânelerini geçerken kalbini neler burktu, bunu keşfetmek mümkün değildir; fakat avdet ederken, rıhtımda sandalına binerken daha ziyade yaşlanmış, daha fazla çökmüş gibiydi. Bu manzaradan bende de yadigâr olarak elim bir his kaldı.
Dedikoduların kaynağı
Padişah ve kraliçe arasında şayiaları yayan kesim iddialarını şu gerekçelerle açıklıyorlar:
Öncelikle bir haftadan kısa sürmesi beklenen ziyaretin neden bir ay sürdüğü kafaları karıştırdı.
Sultan Abdülaziz'in hiçbir misafirine göstermediği intizam ve sık sık vakit geçirmesi bir başka nedendi.
Bu iddialar yalnız Osmanlı kamuoyunu değil, Avrupalıların da gündemini meşgul edecekti.
Hatta konuyla alakalı romanlar ve "devlerin aşkı" olarak gösterilerek ikili için şiirler dahi yazılacaktı.
Öyle ki iddia sahipleri, iş çığırından çıkınca Valide Sultan Pertevniyal müdahale ettiğini ve padişah oğlunu uyardığını belirtirler.
Bu iddiaları çürüten en önemli unsur, sonrasında gelen devlet liderlerinin de Fransa Kraliçesi Eugenie kadar iyi ağırlanması ve hatta sultanın daha fazla alakadar olmasıydı.
Oysa Sultan Abdülaziz bu ziyaret sırasında 55 milyon Franklık bir kredi sözleşmesi yapmıştı.
Esasen padişah, Eugenie'ne gösterdiği alakanın karşılığını fazlasıyla almıştı.
Halit Ziya ise bu dedikoduları arşa çıkaracak bir yorum yapar ve kraliçenin bu gidişten elemli olduğunu yazacaktı:
Kalbini neler burktu, bunu keşfetmek mümkün değildir. Fakat dönüşünde, rıhtımdaki sandala binerken daha ziyade yaşlanmış, daha ziyade çökmüş gibiydi.
Pablo Martin Asuero'nun "Mavi Sütunlu Saray" isimli romanı bu dedikodunun son dönemde daha da ciddiye alınmasına neden oldu.
Şahsi kanaatimiz ise bu iddiaların temelsiz olduğu yönünde. Kelli felli tarihçilerimizin Asuero'nun romanını ciddiye alması dehşet verici bir durum.
Bu konuda Uşaklıgil'in yazdıkları ise tamamen kendi intibalarına dayanıyor.
Ayrıca 1920 yılına kadar yaşayan ve İspanya'da sürgünde hayatını kaybeden kraliçe, Sultan Abdülaziz hakkında tek bir kelime dahi etmedi ya da yakınında hatıralarını neşredenlere konuyla alakalı malumat vermedi.
YORUMLAR
Yorum Yap