Avukatların İsyanı: 'Karton Bardak Kadar Değerimiz Yok!'
"Kendimizi adliyedeki karton bardaklardan daha değersiz hissediyoruz."
- | Son Güncelleme:
- | Yeni Günaydın
Adaletin üç sacayağından biri avukatlar… Şık takım elbiselerin içinde her gün aynı sorunları yaşıyorlar. Hem toplumun kendilerine bakışıyla hem de ağır-aksak sistemle mücadele etmeye çalışıyorlar
Yankı Büyüksezer bir avukat.
Kendi ifadesiyle birçok hakim-savcı ve toplumun önemli bir kısmı tarafından "hakim-savcı olmayı başaramadığı için avukatlık yapan" binlerce kişiden biri.
Avukatların, savcı veya hakim olmayı "başaramayanların" yaptığı bir meslek olarak algılanmasının çarpıklığına değiniyor: "Hakim ve savcılar da böyle düşünüyor. Ama bu bir seçimdir. Hayatım boyunca hakim ve savcı olmayı düşünmedim."
Hakimler, savcılar ve avukatlar, tarih boyunca peşinden koşulan adaletin yere sağlam basmasını sağlayacak üç sacayağı.
Hepsi aynı fakülteden mezun oluyor, aynı dersleri okuyor, aynı sınavlara girip aynı diplomayı alıyor.
Ayrım buradan sonra başlıyor. Hakimlik-savcılık sınavına girip mülakatı da geçtikten sonra kürsünün o tarafına geçenler hukukun yeni "kastını" kuruyor.
Büyüksezer bunu avukatlar arasındaki bir espriyle anlatıyor. Avukatlar, adliye kantinlerindeki, (ki savcı ve hakimlerin hiç görünmediği, sürekli müşterileri avukatlar olan o mekânlardaki) karton bardakların daha değersiz olduğunu anlatıp duruyor.
Türkiye Barolar Birliği'nin 2021 yılı sonu verilerine göre Türkiye'deki avukat sayısı 160 binden fazla.
Bu avukatların çoğu adliyelerde benzer sorunları yaşıyor.
Bunun son örneklerinden biri, İstanbul Barosu seçimlerine de giren Bağımsız Avukatlar Grubu (BAK) tarafından paylaşıldı.
BAK, bir hakimin kapısına astığı duyuruyu kamuoyuyla paylaşmıştı. O duyuruda şunlar yazılıydı:
Hakimle odada görüşmek kanunen yasaktır. Hakimle duruşmada görüşülür. Duruşma dışı ifade edilmek istenen her şey ön bürodan veya UYAP'tan dilekçe ile verilir. Hakime danışılmaz. Aksi hareket adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs olur."
Sosyal medyada sık sık savcılardan ve hakimlerden şikayet eden, onların kendileriyle görüşmediğini, taleplere kulak tıkadıklarını yazan avukatlar var.
Ancak İstanbul'da bir avukat, "Eğer söz konusu, tanınan, zengin ya da siyasi bağlantıları güçlü bir avukatsa bu durum pek öyle olmuyor. Onların başsavcıların odalarında ayak ayak üstüne atıp kahve içtikleri de oluyor zaten. Bahsettiğimiz durumlar 'sıradan' avukatlar için" diyor.
"Doç. Dr. Değirmenci: Hakim-savcı adayları, eğitimlerinin 6 ayını avukat yanında geçirsinler"
Aslında bu "soruna" bir çözüm önerisi gelmişti. TOBB Ekonomi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Olgun Değirmenci, Anadolu Ajansı'na şunları söyledi:
"Hakim-savcı adayları, 'Adalet Akademisi'ndeki eğitimlerinin 6 ayını avukat yanında geçirsinler' şeklinde bir önerimiz var. Bunun iş birlikçi yargılamayı güçlendireceği kanaatindeyiz. İş birlikçi bir yargılama yapmak istiyorsak da hakimin savcı ve avukatı, avukatın da hakim ile savcıyı anlayacağı bir sistem kurmalıyız. Bu işi yapacak avukatın da tabii iyi yetişmiş olması, adaya bir şeyler katabilmesi gerekiyor."
Avukat Yankı Büyüksezer'e göre sorunun temeli savunma kavramının toplumda nasıl algılandığında saklı.
"Düşünün hak savunusu yapan bir avukat toplum nezdinde 'çantalı hırsız', 'yalancı', 'sizin cimcimenin de çok ağzı laf yapıyor, büyüyünce avukat olsun' karikatürizasyonun içine sokuluyor" diyen Büyüksezer şöyle devam ediyor:
"Aslında avukatlık böyle bir meslek değil. Avukatlık, toplumun kendi hak arayışında bir ön nefer. Devlet avukatları sevmez. Ama devletin bu anlayışına devamlı su taşıyan bir toplumsal anlayışı var."
"Orta Anadolu'dan çıkan, okurken çalışmak zorunda kalanlar kürsü gücünü hissedince…"
Hakim Orhan Gazi Ertekin'in bir tespitini aktaran Büyüksezer, "Ertekin'in hakim ve savcıların Orta Anadolu'nun bağrından çıkmış olduğu noktasında bir öz eleştirisi var. Onlar okuyarak kendi yoksulluklarından sıyrılmaya çalışıp, o payeleri aldıktan sonra o hayata kapalı lojmanlarda kendi aralarında sosyalleşerek yargı dağıtmaya başlıyor" diyor ve ekliyor:
"Şimdi düşünün, anne-babası çiftçi, memur, zor koşullarda yetişmiş bir çocuksunuz. Öyle bir eğitim sistemimiz olmadığı için kültürel ve entelektüel altyapı yüklenemeden, böyle bir okuma yapma şansınız da olmadan, tamamen kendinizi kurtarma gayesiyle eğitim alıyorsunuz. Hukuk fakültesini kazanıyorsunuz, belki parasız, yatılı okuyorsunuz, okurken çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Sonra o sınavı bir şekilde geçiyorsunuz. Mülakat olayına girmiyorum, kendiniz geçtiğinizi varsayalım. Sonra size bir kürsü veriliyor. Kürsü verildikten sonra devlet aygıtları size büyük bir ayrıcalık tanıyor. Savcı olarak bir restorana gittiğinizde büyük bir ayrıcalık görüyorsunuz. Hakim olarak apartmana girdiğinizde apartman görevlisi bile size alttaki muhasebeciden daha farklı davranmaya başlıyor. Sonuçta hepimiz insanız. Yani ayrıcalığı aldığımızda kaçımız bunu reddetme lüksüne sahibiz."
"Avukatlar en çok sorunu, avukatlıktan hakim-savcılığa geçenlerle yaşıyor"
Avukatların en çok avukatlıktan hakim veya savcılığa geçen eski avukatlarla sorun yaşadığını kaydeden Büyüksezer, "Benimle birlikte aynı mücadelede yer alan, benim direkt çalışma arkadaşım, hakim ya da savcı olarak atandığında bir anda 'Ali Kıran Baş Kesen' oluyor. Bazen duruşmalar için uzak illere gidiyoruz. Duruşmadan sonra geri dönmemiz gerekiyor. Diğer avukat meslektaşlarımızdan da izin alarak duruşma sırasını öne almak istiyoruz ama hakim bir anda bağırıp çağırmaya başlıyor. Bir öğreniyoruz avukatlıktan geçmeymiş" ifadelerini kullanıyor.
Adliyelere X-ray aramasından geçerek girdiklerini ve bunun kült bir sorun haline geldiğini savunan Büyüksezer, "Belki meslektaşlarımın da tepkisini çekebilirim ama X-ray aramasına girebiliriz. Peki hakim, savcı niye bu aramaya girmiyor?" diye soruyor ve görüşlerini şöyle paylaşıyor:
"Hakimi, savcıyı benden daha az kriminalize eden ne var? Çağlayan'da bir hakim aşık olduğunu iddia ettiği bir katibi silahıyla rehin aldı. Bunu bir avukat yapmadı. 'Münferit' dendi ve geçti. Ama bir avukatın, hatta avukat kimliğini kullanan birinin yaptığı kriminal bir hadise hemen avukatlara yaftalanıyor. Bunu ben bir başsavcıya da söylemiştim.15 Temmuz sonrası hakim ve savcıların 3'te birinin terörist çıktığı iddia edildi. Böyle bir sayı avukatlardan çıkmadı. Yani düşünsenize siz 14 Temmuz 2016'da adliyeye girip çıkan hakimlerin üçte birine iki gün sonra teröristmişsiniz dediniz. Siz bu hakim ve savcıları adliyeye elini kolunu sallayarak girmesine izin verdiniz."
"Hal böyle olunca hakim ve savcılar kendilerini avukatlarla meslektaş olarak görmez"
Büyüksezer'e göre bir avukat, bir hakimi mesleki yanlışlığından dolayı şikayet ederse, o hakimin en azından uyarı almasının oranı yüzde 10. Fakat yüzde 90 oranla o hakim hem Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) hem de Adalet Bakanlığı tarafından korunacak. Peki, bu bilinçle devletin kendisine verdiği odadaki masasına oturan, arkasına çiçekleri ve tuttuğu takımın bayrağını koyan, mahkeme kaleminde çalışan memurların sicil amiri olan, duruşmalara geç de kalsa hesap soracak bir merci olmayan bir hakim, kendisini avukatlarla meslektaş görebilir mi? Tabii ki hayır.
"Ama" diyor Avukat Büyüksezer ve ekliyor: "Tabii ki bunu kırmaya çalışan, meslektaşının ne olduğunu hatırlayan hakim ve savcılarımız da var. Ama emin olun o kadar azalmaya başladılar ki biz duruşma salonunda bizlere ‘lütfen meslektaşım' diyen hakim gördüğümüz zaman bir kamera şakasında mıyız diye düşünüyoruz. Şaşırıyoruz."
Savcıların kamu adına talepte bulunan avukatlar olduğunu, ceza yargılamalarında iki avukatın iddialarının tartışıldığını hatırlatan Büyüksezer, "Hakim de bu iki avukatın iddialarını denetleyen ne kadar doğru olup olmadığını gözeten ve sonuçta da adilane bir karar verecek bir makam. Devletle hiçbir alakası yok. Ama savcıyla hakimi hem mental hem de fiziksel olarak aynı yere oturttunuz. Üç ağır ceza üyesi hakim, bir de savcı aynı odadan birlikte çıkıyorlar, salona birlikte giriyorlar. Siz artık 3+1'siniz. Savcıyı hakimden tamamen uzaklaştırmak lazım" diyor.
"Şekli unsurları halletmemiz lazım"
Bu ayrımı topluma anlatmanın çok uzun bir süreç istediğini vurgulayan Büyüksezer, "Önce şekli unsurları halletmemiz gerekiyor. Yani ben teyzeme, halama, avukatın toplumdaki görevini anlatmam çok uzun bir süre. 50 yılda anca toparlarız. Ama en azından şekli unsurları biz düzeltmeye başlayabiliriz. Çokça haber oluyor. 'Savcı halı sahada kavga etti, bütün halı saha ekibini karakola çektirdi' ya da 'Savcı sevdiği kadının yurdunu bastırdı' gibi haberler okuyoruz. Elindeki mesleki güç nasıl da kullanılıyor. 'Vay sen benim kim olduğumu biliyor musun?' 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun' sorusunun aslında toplum nezdinde bir karşılığının olmaması lazım. 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?' Yoo, bilmiyorum. Ha iyi o zaman.' Yani bunun oturması lazım" şeklinde konuşarak sözlerini tamamlıyor.
YORUMLAR
Yorum Yap