Avrupa Birliği Erdoğan'ın İktidarda Kalmasını mı İstiyor?

14 Mayıs'taki seçimlerin yurtdışı ayağında resmi sonuçlara göre Erdoğan 967 bin 180; Kılıçdaroğlu 665 bin 111 oy almıştı.

  • | Son Güncelleme:
  • | Yeni Günaydın

Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu pazar ikinci tura gidiliyor. Independent Türkçe, kıymete binen milliyetçi oylar, Kılıçdaroğlu'nun değişen kampanyası, çifte vatandaşlık polemiği ve AB'nin Erdoğan'a bakışını inceledi

14 Mayıs seçimleri öncesi ve seçim kampanyası sırasında iktidar temsilcileri Avrupa medyasına öfkesini mitinglerde, basın toplantılarında, sosyal medyada sıklıkla dile getirdi.

Der Spiegel, The Economist, Le Point ve Le'express gibi dergilerin Erdoğan'lı kapakları "Skandal", "Avrupa basınında bitmeyen Erdoğan düşmanlığı" diye nitelendirildi.

Hatta bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sandık arifesi İstanbul'da düzenlenen mitingde "Batı alışacak, dergilerle Erdoğan'a saldırmak işi çözmez" demişti.

İlk turun ardından ortaya çıkan tabloda Batı basınının dikkatini çeken, Türkiye'de milliyetçi oyların önem kazanması ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun değişen söylemi.

İngiltere merkezli Financial Times, "Çaresiz Türk muhalefeti, milliyetçilik kartını oynuyor, muhalefet adayının bahar, ağaçlar ve kalp emojileriyle başlayan kampanyası mültecileri ülkeden gönderme sözü veren konuşmalara dönüştü" yorumu yapıyor.

Almanya merkezli Der Spiegel'in haberinin başlığında kullandığı cümle de benzer: "Kılıçdaroğlu, tüm mültecileri evlerine göndermek istiyor"

Yurtdışı oylar ve çifte vatandaşlık tartışması

CHP'nin altı ok arasından milliyetçiliği çıkarması bir işe yarar mı yaramaz mı, birkaç güne belli olacak. 

Muhalefet cephesi sorunun cevabını merak ededursun; Türkiye dışında yaşayan vatandaşlar ikinci tur için sandıklara gitmeye başladı.

Şimdiye dek yurtdışında oy kullananların sayısı 1 milyonu aştı.

Yurtdışı temsilciliklerde oy verme işlemi 24 Mayıs'a kadar, gümrüklerde ise 28 Mayıs saat 17'ye kadar sürecek.

14 Mayıs'taki seçimlerin yurtdışı ayağında resmi sonuçlara göre Erdoğan 967 bin 180; Kılıçdaroğlu 665 bin 111 oy almıştı.

İlk turun ardından tartışma yaratan açıklama ise Belçika'dan geldi. Türkiye asıllı politikacı ve Fırsat Eşitliği Bakanı Zuhal Demir'in "Çifte vatandaşlık kaldırılmalı ya da oy kullanma hakkı iptal edilmeli" çağrısı Türkiye'de hem cumhurbaşkanlığı hem AK Parti sözcüleri tarafından "Avrupa aşırı sağının söylemini kullanıyor" ifadesiyle kınandı.

Peki "Çifte vatandaşlar oy kullanmasın" açıklamasına Almanya solu nasıl bakıyor?

Almanya Meclisi Bundestag'da 39 sandalyeye sahip olan Sol Parti'nin (Die Linke) yönetim kurulu üyesi Didem Aydurmuş, benzeri değerlendirmeleri demokrasi açısından sakıncalı buluyor. 

Eğitimini kimlik siyaseti, İslami çalışmalar, siyaset bilimi üzerine tamamlayan Aydurmuş, "Avrupa Solu ve Avrupa Yurttaşları İnisiyatifi" dahil farklı siyasi faaliyetler içinde olan bir isim. 

Alman Vatandaşlık Yasası'nda hükümet çifte vatandaşlığı kolaylaştıran reform konusunda uzlaşmışken muhalefetteki Sol Parti'den Aydurmuş da "Oy hakkının ellerinden alınmasına her zaman karşıyım" yorumu yapıp ekliyor:

Almanya'ya baktığımızda Erdoğan'ın önemli oranda oy aldığını görüyoruz. 'Türkiye dışında yaşayanlar oy kullanmamalı' diyemem. Dolayısıyla Almanya'da anti-demokratik bir lidere oy atıldığını düşünsem dahi kimsenin oy hakkını elinden almak doğru olmaz, çünkü bu demokrasiyle bağdaşmaz."

Sol Parti Eş Başkanı Martin Schirdewan da "Sonuç beğenilmedi diye katılımın sınırlandırılması demokrasi ruhuna aykırıdır" diyor.

İkinci tur Gezi'nin 10. yıl dönümüne denk geliyor

28 Mayıs'taki seçime giderken söylemler gerginleşiyor, iki taraf Ata İttifakı adayı Sinan Oğan'ın yüzde 5,17'lik oyunu kapma derdinde.

Ancak Oğan, tercihini Cumhur İttifakı'ndan yana kullandı. Oğan, "Hiçbir zeminde pazarlık yapmadık, yaklaşımımız ilkeseldir. Kararımız şahsımıza değil, milletimize yöneliktir" mesajı verdi

28 Mayıs aynı zamanda AK Parti hükümetine yönelik eylemlerin başladığı Gezi Parkı protestosunun 10. yıldönümüne denk geliyor.

Millet İttifakı, milliyetçi oyların peşinde koşarken şu ana dek "Gezi ruhuyla sandığa gideceğiz" kabilinden bir açıklama yok.

Ancak Kılıçdaroğlu, "En az 1 milyon insan sandık başında olacağız ve güvenliği sağlayacağız" çağrısıyla seçim güvenliğine dair muhalefet cephesinde tartışılan eksiklik eleştirilerine bir anlamda yanıt verdi ve seçimi bir nevi "vatan için referandum" olarak tanımladı.

AK Parti ise 28 Mayıs'tan bir gün öncesinin 27 Mayıs darbesinin 63. yıldönümü, bir gün sonrasının da İstanbul'un fethinin 570. yılı olduğunu hatırlatıyor.

Milletvekili seçilen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, "Darbelere karşı ortaya koymuş olduğumuz mücadeleyi yine sonuna kadar sürdüreceğiz ve 28 Mayıs'ta sandığa gideceğiz" diyor.

Alman Sol Parti yönetim kurulu üyesi Didem Aydurmuş, "Gezi'den on yıl sonra Türkiye'de her şey daha kötüye gitti, tüm sistem saptırıldı. Gezi ruhu sandığa götürülmeli ama bunun olacağından pek umutlu değilim" tespiti yapıyor.

Seçim Almanya'dan nasıl görünüyor?

Ocak 2017'de düzenlenen referandumda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne "Evet" diyenlerin oranı yüzde 51,41, "Hayır" diyenlerin oranı ise yüzde 48,59'du. 14 Mayıs'taki cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turunda Erdoğan oyların yüzde 49,5'ini toplarken, Kılıçdaroğlu, Oğan ve seçime birkaç gün kala yarıştan çekilen İnce'ye verilen oyların toplamı yüzde 50,5 oranında. 28 Mayıs'ta ikinci tura giderken muhalefetin amacı Erdoğan'a bir kez daha yenilmemek ve kazanmak. Bu yolda Türk milliyetçilerinin oylarının belirleyici olacağını artık sağır sultan bile duydu.

Peki Millet İttifakı'nın tuttuğu yol yurtdışındaki örneklerle örtüşüyor mu? Brezilya'da Lula Da Silva çok katmanlı bir ittifakla seçimi ikinci turda kazanarak Bolsonaro iktidarına son vermiş, Macaristan'da ise Orban, kendisine karşı kurulan 6'lı ittifaka rağmen iktidarını korumayı başarmıştı.

Buradan hareketle Sol Parti yönetim kurulu üyesi Didem Aydurmuş 28 Mayıs'ta Türkiye için neler öngörüyor? Süddeutsche Zeitung'un yazdığı gibi "Türk siyaseti hâlâ Recep Tayyip Erdoğan’ın tasarladığı bir satranç tahtası" mı?

Aydurmuş'a göre bahsi geçen örnekleri Türkiye ile mukayese etmek çok doğru değil.

Üstelik ikinci turda Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kazanma ihtimali düşük:

Seçimlerin gidişatına güvenip güvenmediğimden yüzde 100 emin değilim. Kesin olan şu ki; Türkiye'de özgür medya yok, eşit koşullarda rekabet yok. Dolayısıyla demokrasiden yoksun bir Türkiye var. Brezilya için durum pek öyle değil. Brezilya seçimleri Türkiye'den daha özgürdü. Türkiye en çok gazeteci ve siyasetçinin cezaevinde olduğu ülkelerden. Muhalefet lideri (Selahattin Demirtaş) hala cezaevinde. Orban'ın Macaristan'ın da da medya özgür değil, başbakanın güçlü bir etkisi var. Ama genel itibarıyla bu üç ülkenin dinamiklerini karşılaştırmak mümkün değil. Ayrıca Lula'nın, Kılıçdaroğlu'na göre daha çok karizması olduğunu düşünüyorum. Açıkçası Türkiye'de gerçek bir solcu aday olmasını isterdik."

Sol Parti Eş Başkanı Martin Schirdewan ise "Geçmişteki seçimlere baktığımızda endişeliyiz ama burada açıkça muhalefeti ve kardeş partimiz HDP'nin kararını destekliyoruz" yorumu yapıyor.

AB, Erdoğan'ın kalmasını mı istiyor?

Almanya'da Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Milletvekili Jürgen Hardt, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin de kötüleşeceğini söylemişti. 

Euronews kanalında yayınlanan "Brüksel, aşkım?" programında ise "Brüksel Türkiye'de seçimler hakkında ne düşünüyor?" başlığıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mevcut iktidarını korumasının birlik için avantaj teşkil edip etmeyeceği tartışıldı.

Avrupa Parlamentosu Basın Ofisi'nin "Türkiye seçimlerini gözlemlemeyeceğiz ve süreç hakkında yorum yapmayacağız" açıklamasının anımsatıldığı yayında Avrupa Politikaları Merkezi'nden Ricardo Borges de Castro'nun "Uzun vadede muhalefettense Erdoğan'ın durumu daha iyi yorumu yapılıyor. Bu AB için bir kaybetme stratejisidir" görüşüne yer verildi. 

Avrupa Solu Partisi'nin Portekizli milletvekili Maria Matias da AB'deki hakim bakışa tepkili. Matias, "Avrupa Birliği için özellikle göç politikaları düzeyinde Türkiye'de böyle bir liderliğin olması oldukça faydalı oldu.  Bu gerçekten kabul edilemez, adil değil. Elbette oldukça sorgulanabilir olan Avrupa yaklaşımıdır" diyor.

Türkiye'de seçimlerde usulsüzlük iddiaları konuşulurken AP'nin sessizliği tercih etmesi dikkat çekiyor.

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Avrupa Birliği uzmanı Prof. Dr. Emre Gönen, söz konusu durumun AB'nin seçimlere katılım ve şeffaflık konusunda ilk turda ciddiye alınacak bir sorun görmemiş olması ve özellikle Türkiye'deki sivil toplumun etkili bir denetleme mekanizması oluşturduğunu kabul ettiğiyle açıklanabileceğini belirtiyor.

Avrupa manşetlerinde Türkiye

Malum, Cumhur İttifakı, 14 Mayıs öncesi ve sonrası Avrupa'da Erdoğan karşıtı / Kılıçdaroğlu'nu destekleyen manşetlere dikkat kesilmişti.

Ama Erdoğan'ın kalmasının AB çıkarlarına olduğunu savunulunup tartışıldığı yayınlar, yorumlar ikinci tura yaklaşırken artıyor.

Söz gelimi Suzanne Lynch'in 11 Mayıs'ta Politico dergisinde yayımlanan "Avrupa neden Erdoğan'ı seviyor?" başlıklı haber-analizinde "Erdoğan ile Avrupa Birliği, Türkiye'nin saflarına katılma olasılığıyla boğuşmak zorunda değil" tespiti iktidar cenahında pek konuşulmamıştı.

Seçim sonrası Lüksemburg merkezli Le Quotidien gazetesinin Erdoğan'ı sürekli dört ayak üzerine düşen bir kediye benzetmesi Avrupalıların nazarında belki başlık olarak ilgi çekiciydi. Fakat asıl dikkat çeken Hollanda'nın ulusal günlük gazetesi NRC'de yayımlanan bir makaleydi.

Tarih profesörü Luuk van Middelaar, "Erdoğan'ın kazanması AB'yi birçok baş ağrısından kurtarır" başlıklı yazısında özetle "Avrupa'daki kimi diplomat ve politikacıların (ABD'dekinden daha fazla) sessizce rahatlayacağını söylemeye devam edeceğim, çünkü Ankara'daki statüko AB katılım müzakerelerinde herhangi bir değişiklik olmayacağı anlamına geliyor" diyor.  

Independent Türkçe'nin "Yani Avrupa Erdoğan'dan yana mı taraf?" sorusuna "Erdoğan'ın kazanması basın özgürlüğü, insan hakları ve Kürtlerin durumu için çok kötü. Bu yüzden kişisel olarak bu sonuçtan çok mutsuz olurum" yanıtı veren Van Middelaar, "AB-Türkiye göç bildirisine, Erdoğan siyasi olarak toplum üzerindeki yük göz önüne alındığında çok anlaşılır nedenlerle- karşı kampanya yürüten muhalefetten daha fazla bağlı" tespiti yapıyor.

CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat da "AKP’nin ve yandaşlarının iddia ettiği gibi Batı ülkeleri Sayın Kılıçdaroğlu’nu değil, tam tersine kendilerini destekliyor, AKP ve Batı arasında sinsi ilişki yürüyor. Bol bol hamaset üstüne Avrupa’dan yapılan destek, seçmenlerin tekrar konsolide edilmesini sağlıyor" diyor.

Gönen: AB ilkeleri mevzu Türkiye oluna geçerliliğini yitiriyor

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Avrupa Birliği uzmanı Prof. Dr. Emre Gönen, "AB Türkiye meselesini kafasında halletti, hiçbir zaman ciddi bir kapı açmak istemediği Türkiye Cumhuriyeti, 2005 yılında kapısına geldiğinde sorun onun nasıl üyeliğe taşınacağı değil, nasıl bu sürecin sabote edilebileceğiydi. Başarıyla gerçekleştirildi" tespiti yapıyor.

Profesör Gönen, Güney Kıbrıs'ın alelacele üye yapıldığını anımsatıp kendisine "tetikçi" rolü verildiğini ve Türkiye'nin müzakere başlıklarının adaletsiz bir şekilde askıya alındığını öne sürüp, Ankara'nın müzakerelere birlikte başladığı Hırvatistan'ın 10 senedir AB üyesi olduğunu anımsatıyor.

Gönen, AB'nin Erdoğan'ın mevcut pozisyonunu korumasının işine gelip gelmediği ile ilgili ise şunları söylüyor:

Türkiye'nin şu aşamada hiçbir olumlu perspektifi yok AB tarafından önerilen. Türkiye'deki demokratik standartların bu denli ayaklar altına alınması konusunda AB'nin vebali büyüktür. Bu seçimlerde muhalefetin kazanmasını AB içinde isteyenler mutlaka vardır. Ancak bu kesim hem azınlıktadır hem Türkiye için yeni bir perspektif sunma konusunda fazla bir fikre sahip değildir. Olabilecek senaryo, iktidarın değişmemesi halinde ilişkilerin düştükleri yerden kalkmaması, değişmesi halinde ise AB'nin Ukrayna savaşını öne sürerek Rusya'ya daha ciddi ambargo uygulaması için Türkiye'den yeni isteklerde bulunması biçiminde gerçekleşebilir. Her hal ve şartta, AB'de muhalefeti destekleyen kesim, 'AB'ye yakın olan ancak üye olmayı hiçbir zaman düşünmemesi gereken bir Türkiye' arzulamakta, AB içinde iktidarın değişmemesini isteyen ağırlıklı bir diğer kesim ise, Türkiye'nin 'Avrupalı olarak görülmemesi, tahammül edilmesi gereken zor bir askeri müttefik' statüsünü korumasını hedeflemektedir. AB ilkeleri, konu Türkiye ve onun üyeliğine gelince geçerliliklerini yitirmektedir"

Alman Sol Partisi temsilcisi: Avrupa iki yüzlü

Sonuçta sonucu yurtiçi ve yurtdışı oylarla Türkiye vatandaşları belirleyecek. Ancak eski kıtadan yıllardır yöneltilen sert eleştirilere rağmen Erdoğan Avrupa'nın politika yapıcıları için hala tercih edilir bir lider mi? Bu noktada bir de Avrupa solunun ne düşündüğüne de bakmak gerekiyor. Sol Parti (Die Linke) yönetim kurulu üyesi Didem Aydurmuş, meseleyi Avrupa'nın iki yüzlülüğü üzerinden ele alıyor.

Avrupa'nın Türkiye'ye bakış açısını "çıkarlar" çerçevesinden yorumlayan Aydurmuş, 18 Mart 2016'da imzalanan Türkiye-AB sığınmacı mutabakatına, kısacası göç anlaşmasına dikkat çekiyor:

Erdoğan'ın uluslararası platformda hala bir şekilde hoş karşılanmasının nedenlerinden biri, onun ve Türkiye'nin NATO ile bağıntısı... Bir başka neden Avrupa'nın bir kale olma çabası ve kıtaya mülteci almak istememesi. Mültecilerle ilgili kirli anlaşmalar var. Erdoğan kötü bir oyuncu ama AB de insan haklarını dışarıdan göründüğü kadar umursamıyor. Çok fazla ikiyüzlülük var.  AB, Türkiye'nin üye olmasına açık değil. Türkiye'nin nüfusu çok, toprakları geniş. Bu durum olası bir üyelikte Türkiye'nin Avrupa Parlamentosu'nda yüksek oy gücüne sahip olacağı ve Avrupa'nın tarım bütçesinden önemli pay alacağı anlamına geliyor. Bu yüzden Türkiye -en azından önümüzdeki 20 yıl içinde- Avrupa Birliği'ne üye olamayacak"

Kılıçdaroğlu'nun "mülteciler" söylemi

Seçimlerde, kimin cumhurbaşkanı olacağı konusunda Türk milliyetçilerinin belirleyici olacağına dair bir tablo ortaya çıktı. HDP, terör ve göçmen karşıtı politikalarıyla tanınan aşırı milliyetçi cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan'ın ikinci turda tabanını Erdoğan'a yönlendirdi.

Millet İttifakı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 14 Mayıs'ın ardından seçim kampanyasında kullandığı "kalp" yerini üst perdeden bir milliyetçi söyleme terk etmiş durumda. Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasının ardından yaptığı ilk detaylı açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a "terör" ve "göçmen politikası" üzerinden yüklenmişti. Bunlardan biri de "İktidara gelir gelmez tüm mültecileri göndereceğim" cümlesiydi. 

Kılıçdaroğlu, seçim kampanyası öncesi ve sırasında sığınmacıları hemen değil iki yıl içinde evlerine göndermekten bahsetmişti. 28 Mayıs'a yürürken ise maçı Erdoğan'ın söylemiyle, sanki onun evinde oynar gibi bir pozisyon takınıyor. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan bu değişen üslubu sert bulup "Düne kadar önlerine gelene kalp yapmaktan parmakları neredeyse nasır bağlamıştı, bugün aynı elleriyle masa yumruklamaktan bileklerini kıracaklar" eleştirisi getiriyor.

Seçim öncesi Kürt seçmenlerin dolaylı desteğini alan CHP liderinin yaptığı bu açıklamaları Almanya'daki Sol Parti nasıl okuyor? Siyaseten geliştirilen pragmatist bir yaklaşım mı yoksa oy kazanmak yerine kaybettirecek bir hamle mi?

Almanya'daki Sol Parti yönetim kurulu üyesi Didem Aydurmuş bunu "Türkiye'de muhalefetin içine düştüğü çaresizlik" cümlesiyle izah ediyor:

Kişisel olarak iğrenç bir şey söyleyen birine destek verme mecburiyeti midemi bulandırıyor. Kılıçdaroğlu'nun (Sinan Oğan'ın) desteğini almış olsaydı bile kazanacağını düşünmüyorum. Bu kirli bir fırsatçılık olurdu ve muhtemelen işe yaramazdı bile" 

"Erdoğan tarım arazilerini yabancılara satılmaya devam edecek"

Sol Parti yönetim kurulu üyesi Didem Aydurmuş aynı zamanda ekoloji politikalarıyla da yakından ilgili. "Eğer mesele milliyetçilikse milliyetçilerin ardında duracağı kişi Erdoğan değil" diyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçimleri kazanması halinde kamu altyapılarının satılmaya devam edeceğini öne sürüyor. 

Aydurmuş, ülkedeki ekonomik kriz ortamının daha derinleşeceğini, uluslararası toplum tarafından daha az kabul göreceğini iddia ediyor: 

Türkiye'de düzen olduğu gibi sürecek. Türkiye'de tarım arazilerinin Cargill gibi büyük şirketlere satıldığını biliyorum. Buna izin verilmemeliydi. Yani Erdoğan milliyetçi bir aday gibi görünebilir ama o kadar da milliyetçi değil çünkü parayı milliyetçilikten daha çok önemsiyor. Eğer milliyetçiler gerçekten milliyetçiyse normal şartlar altında topraklarını yabancı yatırımcılara satan birisinin değil diğer adayın arkasında toplanmalı öyle değil mi?" 

Aydurmuş'un sorduğu soru anlamlı olduğu kadar Türkiye siyaseti özelinde bir parça naif kalıyor. Çünkü AK Parti'ye gönül vermiş seçmen profili de zamana göre değişkenlik gösteriyor. Kurulduğu günden bu yana kerhen AB trenine binen, canı gönülden o trenden inen, Kopenhag yerine Ankara kriterlerini ortaya koyan, çözüm sürecini inşa ettiğini söyleyen, sonrasında aynı sürecin adını dahi duymak ve anmak istemeyen, muhafazakar, liberal, merkez sağ, yeni muhafazakar demokrat, milliyetçi, ya da kimi kesimlerin gözünde "otoriter" gibi birbirinden farklı kimliklere bürünen, değişik yönelimler sergileyen veya tüm bu şapkalarını bile isteye gardırobunda biriktiren AK Parti dünyanın en fazla üye sayısına sahip olan 6. siyasi partisi. Son çeyrek asır içinde kurulan partilere bakıldığında 11 milyon 241 bin 230 üyesi ile yedi kıtanın en kalabalık siyasal oluşumu. Yine de bunca kalabalığa rağmen herkes tek bir kişinin, parti genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ağzından çıkacak tek bir söze bakıyor.

Gün milliyetçilik günü. Ama Erdoğan ikinci turu alır ve yarın öbür gün rota bir şekilde AB'ye kayarsa AK Parti tabanında kim ne diyebilir? Ve o gün geldiğinde AB kendi çıkarları uğruna dolaylı yoldan eyvallah dediği Erdoğan başka taleplerle karşısına çıktığında "Neden 2023 seçimlerinde suskun kaldık?" sorusunu sorar mı? Ya da 29 Mayıs sabahı görevine devam eden bir Erdoğan tam tersi bir senaryoda Rusya ve Çin ile bağını güçlendirip Avrupa ile askeri, ekonomik ilişkisini tamamen kopartır mı? AK Parti'nin şemsiyesi altında parlamentoya girebilen Hizbullah'ın siyasi mirasçısı HÜDA PAR, Türkiye'deki kadınların sosyal hayatına etki edecek ve seküler hayat tarzıyla bağdaşmayan bir adım atttığında AB sadece kınama mesajları ve birkaç tweet ile mi yetinir? Soru çok, vakit dar. Tüm bunların yanıtını da elbette yine zaman verecek. Tabi bir de seçimlerin sonucu...

Independent Türkçe

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yapılmamış.İlk yorum yapan sen ol...

Yorum Yap

Bu Alan Boş Bırakılamaz
Bu Alan Boş Bırakılamaz
Yorum Yapma Şartlarını Kabul Etmediniz