Türklerde Çay Kahvenin Nasıl Önüne Geçti?

Çayın kaderini değiştiren hadise; 1839 Tanzimat Fermanı ile hızlanan Batılılaşma süreci oldu.

  • | Son Güncelleme:
  • | Yeni Günaydın

Rivayet odur ki İmparator Shenn Nung, bir çay ağacının altında otururken dallardan düşen yapraklar sıcak su ile dolu bir kasenin rengini değiştirir.

İmparator bu sudan içip rahatsızlıklarına deva bulunca bu şifalı ot, Çin'de süratle yayılır. 

Çay kadehte dîde-efrûz olmalı
Lebrîz ü lebreng ü lebsûz olmalı

Türklerin çay ile tanışması hayli geç bir tarih olarak verilir; oysa Hunlar çok önceden çay tüketimine başlamışlardı.

Göçlerle bu bitkinin yeni yerlere götürülmemiş olması ise şaşırtıcıdır. Kuvvetle ihtimal çayın üretimi ile alakalı sıkıntılar göçebe bir kültüre sahip olan Türklerin bu bitkiyi gündelik hayatlarının bir parçasına dönüştürmesine mani olmuştur.

Çayın tarihini anlatan bir dosyayı hazırlarken hemen büyük seyyahımız Evliya Çelebi'nin eserine baktım; ancak Osmanlı'nın gündelik kültüründe çayın neredeyse hiç yeri olmadığını gördüm.

Diğer eserlerde de durum pek iç açıcı sayılmazdı. Sınırlı bazı kullanımların dışında klasik devir diyebileceğimiz dönem içinde Osmanlıların çaya pek bir alakası olmamıştı. 

Osmanlılar kahveye düşkündü

Çayın, Osmanlı'da geç yayılmasına karşı kahve Türk halkının neredeyse milli içeceğine dönüşmüştü.

Kanuni döneminde İstanbul'a ulaşan kahve, ulema arasında büyük tartışmalara neden oldu.

Ulemanın kahvenin tembellik ve serkeşliğe sebep olduğu gerekçesiyle yasaklanması talebini Ebusuûd ictihaden kabul etti.

Bu sebeple İstanbul limanlarındaki birçok gemide bulunan kahve çuvallarının altı delinerek boğazın serin sularına döküldü. 

Ebusuûd, kahveyi yasaklayan fetvasında gerekçesini doğrudan kahveye bağlamadan şöyle açıklamıştı:

Mes'ele: Dinin koruyucusu Sultan, pek çok defa kahvehaneleri yasakladı. Bununla birlikte, bir grup kötü adam buna aldırış etmez, fakat kahvehaneleri geçinmek için işletir. Kalabalıkları çekmek için, tüysüz çırak çalıştırırlar; satranç ve dama gibi oyun ve eğlence araçları edinirler. Şehrin hovardaları, dolandırıcıları ve serseri delikanlıları afyon ve haşhaş tüketmek için orada toplanırlar. Bütün bunlardan daha önemlisi, onlar, oyunlarla ve sahte bilimlerle en yüksek derecede meşgullerken, kahve içerler ve kendilerine emredilen duaları ihmal ederler. Yasal olarak, kahve satanları ve içenleri önleyebilecekken önlemeyen kadıya ne yapmalı? 

El-cevap: Böyle çirkin işleri yapanlar acımasız ve uzun hapis cezasıyla alıkonmalı ve bu işler önlenmelidir. Onları bu işleri yapmaktan alıkoyamayan kadılar kovulmalıdırlar.

Yine bir başka fetvasında Ebusuûd Efendi şunları söylemişti:

Mes'ele: Büyük Müftü (Şeyhülislam) Arap ülkelerinde, Mekke ve Medine'de giderek yaygınlaşan kahve kullanımı konusunda ne düşünüyor? Kullanımı haram mı, değil mi? 

El- Cevap: Allah'tan ve günaha girmekten korkanlar kahveyi sefihler ya da sarhoşlar gibi içmez, sağlık ve esenlikleri için içerler; kahveyi bu amaçla tüketenler için bir engel yoktur.

Kahve ve kahvehaneye getirilen yasak İstanbul ile sınırlı değildi. Kudüs Kadısı da bu içeceğin insanları tembellik ve dedikoduya sevk etmesi sebebiyle yasaklamıştı.

Ammon Cohen bu yasağı şöyle işler:

Kudüs'e 1566 ortalarında ulaşan( Kasım 1565 sonları tarihli) bir padişah fermanı, kısa süre önce ortalığa yayılmış bir yenilikle iştigal etmeyi kati surette men etmekteydi: Buna göre 'bazı kimseler' 'kahve dükkânları'nda veya 'kahvehaneler'de uzun saatler geçirerek, gece gündüz demeden kahve içme itiyadı edinmişlerdi. Bu mekruh davranışın yol açtığı şikâyetleri İstanbul'a ileten ve yetkililerden duruma son verilmesi ricasından bulunan ise Kudüs sakinleriydi. Şikâyetler üzerine Kudüs kadısı zan altındaki kurumların işletmecilerini huzuruna çağırttı ve faaliyetlerini durdurmalarını emretti. Birkaç ay sonra da 'kahve pişirilen' ve insanların bunu içmek üzere toplandıkları 'mekânların' tamamen lağvedilmesini ( tabtîl, ibtâl) ısrarla belirten benzer emirler kayıtlara geçti. 

Bütün engelleme ve yasaklara rağmen kahve ve kahvehane hakkındaki fetvalar bir şekilde delindi.

Saray eşrafının kahvehane tekellerini ellerine alıp buralardan ciddi bir gelir kapısı oluşturması kahveye yönelik algıyı değiştirdi.  

Ebusuûd'un fetvasına rağmen başta İstanbul'da olmak üzere ardı ardına kahvehaneler ve kahveci dükkânları açılmaya başlandı. 

Çayın kaderi Tanzimatla değişir

Çayın kaderini değiştiren hadise; 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile hızlanan Batılılaşma süreci oldu.

Avrupa'yı tanımak için giden bürokratlar ve okumak için bulunan öğrenciler Batının gündelik hayatının önemli bir parçası olan çayı özümseyerek tüketmeye başladı. 

Bahsi geçen isimler devlet ricalinde önemli görevlere geldikçe çay tüketiminin popülerliği de hızla arttı.

Hatırlanacağı üzere kahve de önce sarayda popüler olup sonra halka inmişti, bu hadisenin benzeri çay için de geçerli.

Seyyid Mehmet İzzet Efendi "Çay Risalesi" isimli dikkat çekici bir kitap yazdı. 

Salah Birsel, meşhur "Kahveler" eserinde çay evlerinin aydınlar arasında karşılık bulmasını teğet geçmez:

Direklerarası'nda, kıraathaneler arasına sıkışmış küçük çaycılar da oldukça müşteri toplar. Hele Çaycı Hacı Reşit'in çayevi bütün edebiyatçıları bağrında barındırır. Şinasi 1870 aralığında Kemeraltı Sokağı'na taşındığında Beyazıt Meydanı'na onur göstermemişse buraya gösterir. Ferah Tiyatrosu'nun karşısında Mehmet Efendi Kıraathanesi'nden birkaç dükkan üsttedir.

Ahmet Rasim: 'Edebiyat-ı Cedicecileri bilmem ama İstanbul'daki şuarayı kadimden, * zümre-i mutavassıtinden buraya uğramadık bir tane bile yoktu. Taşraya gidenlerden mektup yollayanlar da az değildi.' der. Nedir, Cenap Şahabettin'in 'Ramazan Geceleri' adlı bir yazı sından Cenap'ın da oraya -hiç değilse delikanlılığında- çokça geldiği çıkarılabilir.
Artık kahvehanelerde kendisini dönüştürerek tamamen çay satar olmuştur.

Bilindiği üzere Neyzen Tevfik, şair Mehmet Akif Ersoy'un yakın arkadaşıydı.

Akif, Neyzen'in peşinden çokça geldiği bu çayevlerini (kahvehaneleri) yerden yere vurur:

Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kàtilidir; 
Tamam o eski batakhâneler mukàbilidir. 
Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür; 
Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür... 
Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar: 
Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar! 
Yatar zemîn-i sefîlinde en kesîf eşbâh, 
Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh. 
Dehân-ı lâ'nete benzer yarıklarıyla tavan, 
Kusar içinde neler varsa hâtırâtından!

Özetle Batılılaşma evremiz, kahvenin saltanatını yıkmış ve çayı baş tacı etmiştir.

Kahve kültürü, tahtını yalnızca kahvehanelerde değil; evlerde de çaya terk etmeye başlamıştır.

Çıldırlı Âşık Şenlik kendisine bir misafirlikte çay ikram edilmemesini şu dizelerle eleştirir:

Öz köyüne teklif ettin sen bizi 
Sen neyleridin âşığı sazı
Def çalıp oynadaydın gelini kızı
Bardaksız, şekersiz, çaysız it oğlu it.

Çayın Osmanlı'da bu denli tutulmasından sonra ülkede bu bitkinin yetiştirilmesi ile ilgili araştırma yapılması talimatını Sultan İkinci Abdülhamid verir; ama bu fikir ancak Cumhuriyet sonrasında hayata geçebilir. 

Üzerine hala birçok şey söylenebilecek bir konu çay meselesi ama yazının da sonuna geldik.

Sözü üstat Sezai Karakoç'un "Çay" şiirine bırakalım:

Başköşeyi kim aldı, kime verdin? 
Bir bardak soğuk su gibidir onlar 
Ellerinin uzandığı her masada taş gibi bir çay. 
Bizim içtiğimiz çay da çaydır. 
Çarpık dudaklı, ezik gözlü allı mavili çaylar 
Şehirlerden çok güneş vardır o çaylarda 
O çaylar dağları bin parça eder getirir. 
Yaşamayı çağıl çağıl getirir. 
Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir onlar 
Judy Garland gibi çay, kan gibi çay 
O çaylardan su içenlerin gözleri 
Benim çay bardağımda senin gözlerin olur 
Senin gözlerin sizin çay bardağınızda.

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yapılmamış.İlk yorum yapan sen ol...

Yorum Yap

Bu Alan Boş Bırakılamaz
Bu Alan Boş Bırakılamaz
Yorum Yapma Şartlarını Kabul Etmediniz