TBMM Başkanı Kurtulmuş'tan TÜSİAD Açıklaması!
"Herkes kendi işini yapsın"
- | Son Güncelleme:
- | Yeni Günaydın

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş, Japonya ziyareti dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulundu.
Kurtulmuş açıklamasında şunları söyledi;
Japonya Temsilciler Meclisi Başkanı Fukshiro Nukaga'nın davetlisi olarak milletvekillerimizle beraber Japonya'ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdik.
Temsilciler Meclisi Başkanı Nukaga ve Danışma Meclisi Başkanı Sekiguchi Masakazu ile ayrı ayrı heyetler arası oldukça verimli görüşmeler yaptık. Ayrıca milletvekili arkadaşlarımızla birlikte Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'nu selamlayarak bir süre çalışmalarını izledik. Şahsıma ve heyetime gösterdikleri ev sahipliği için bir kez daha mevkidaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.
Japonya Veliaht Prensi ve Prensesi ile görüştük, ardından İmparator Naruhito ve İmparatoriçe Masako bizi kabul etti. Veliaht Prens ile görüşmemiz ve İmparator'un kabulü Türkiye'ye duyulan ilginin ve sevginin de açık bir göstergesiydi.
Programlarımız kapsamında, Japonya'nın en saygın ve etkili düşünce kuruluşu Sasakawa Vakfında, "Ortadoğu'da Barış Perspektifi ve Türkiye" başlıklı bir konferans verdik. Konferans vesilesiyle Japonya'daki akademi ve düşünce dünyası ile diplomatik çevrelerden temsilcilerle bir araya geldik.
Ayrıca, 6 Şubat 2023'te meydana gelen ve asrın felaketi olarak tanımlanan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından yardıma gelen Japon Afet Yardım Ekibiyle görüştük ve Türk milleti adına bir kez daha kendilerine şükranlarımızı ifade ettik.
Tokyo'daki Yunus Emre Enstitüsünde el sanatları, Türkçe ve Türk musikisi kurslarına katılan Japon vatandaşlarıyla buluştuk. Ayrıca başkentte fevkalade güzel inşa edilen Tokyo Camii'nde dostlarımızla bir araya geldik.
Türkiye ile Japonya arasındaki ilişkilerin tarihi olarak başlamasında kilit isimlerden olan, Türk toplumunun varlığını ve Japonya'da İslam'ın yayılmasını temsil eden, büyük ilim insanı, dava adamı Abdürreşid İbrahim Efendi'nin kabrini ziyaret ettik.
Japonya'nın Nagoya şehrinde Türk toplumunun temsilcileriyle buluştuk, Gifu Fatih Camii ve Tsushima Ayasofya Camii derneklerini ziyaretimizde de yine hemşehrilerimizle hasbihal ettik, sorunlarını dinledik. Şahsımı ve parlamento heyetimizi içtenlikle karşılayan, Türkiye'den binlerce kilometre uzaklıkta bizlere ev sahipliği yapan hemşehrilerimize şükranlarımı sunuyorum.
SORU: Japon İmparatoruyla yaptığınız görüşme, sizi kabul etmesi çok önemli, gerçekten üst düzey bir ağırlama gerçekleşti. Bunlar bize neyi gösteriyor, neyin işaretleri?
İlişkilerimizin 100. yıl dönümünde hem temsilciler meclisi hem de danışma meclisi başkanlarıyla heyetler halinde fevkalade yapıcı ve verimli görüşmeler gerçekleştirdik. Ayrıca imparator ve veliaht prensin bizi kabul etmeleri Japonya'nın Türkiye'ye ve ilişkilerimize atfettikleri önemin göstergesidir.
Ziyaret kapsamındaki tüm görüşmelerimizde, Türkiye'nin özellikle bölgesinde artan nüfuzu, dünya meselelerine etkin çözüm üretebilme kabiliyeti ve uluslararası ilişkileri çok taraflı ve ilkeli bir şekilde yürütebilme becerisinin sağladığı etkiyi müşahede ettik. Bunun yıllar içinde artarak geliştiğini görüyor ve büyük bir memnuniyet duyuyoruz.
Örnek vermek gerekirse, Suriye meselesi, Filistin meselesi gibi konular gündeme geldiği zaman ya da Afrika ile ilgili meselelerden söz açıldığı zaman açıkçası Türkiye'nin ne düşündüğünün, nasıl hareket edeceğinin, buralarda nasıl iş birlikleri geliştirilebileceğinin merak edildiğini görmek Türkiye'nin gücünün yansımasıdır.
Bir de "Uluslararası ilişkilerde bir toplantı yaptık, işi çözdük, bu konuda sonuç aldık" denilecek bir ortamda değiliz, sürekli dünyanın her tarafıyla, her bölgesiyle önyargısız, hesapsız, kimsenin etkisi altında kalmadan Türkiye'nin milli çıkarlarını önceleyen temasları arttırmamız lazım. Hep söylediğimiz bir şey var. Türkiye'nin bir ekseni vardır, o da kendi milli eksenidir.
Dünya aslında yeni bir döneme giriyor, bu dönemin nereye evrileceği, nasıl şekilleneceği henüz bütünüyle bilinmiyor olsa da önümüzdeki dönemin özelliklerinden birisi çok kutupluluk olacaktır. Bu aynı zamanda çok kültürlülüğü de beraberinde getiren bir gelişmedir. Bu anlamda potansiyeli güçlü az sayıda ülkenin olduğu aşikardır. Bu ülkelerden ikisi, Asya'nın en doğusunda yer alan Japonya ile Avrupa'nın en doğusunda yer alan Türkiye'dir.
SORU: Türkiye'nin gündeminde son günlerde TÜSİAD var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da TÜSİAD'ın ağırlıklı olarak yargı süreçlerine yönelik eleştirilerine çok sert bir yanıt verdi. Bu konuyla alakalı sizin değerlendirmelerinizi de merak ediyoruz.
Türkiye demokrasi tarihine bir bakalım. Bu tarihi 1946'dan değil de haydi 1950'den başlatalım; Türkiye'nin 75 yıllık çok partili demokrasi tecrübesi, öyle pirüpak, milletin tam manasıyla egemen olduğu bir sistem şeklinde gelişmedi. Ne yazık ki çok büyük badirelerden geçtik, çok büyük bedeller ödedik. Sadece askeri vesayet değil; Türkiye, uzun yıllar sivil görünümlü vesayet odaklarıyla da mücadele etmek durumunda kaldı. Herkes fikrini söyleyebilir, bu başka bir şey… Ama ister iş insanları örgütleri olsun ister işçi örgütleri olsun ister başka sivil örgütler olsun, bunlar zaten adı üstünde sivil toplum kuruluşlarıdır, kendi meslek gruplarının çıkarlarını en iyi şekilde temsil etmek, bu grupların beklentilerini karşılamak için kurulmuşlardır. Bütün bu kuruluşlardan beklediğimiz şey, kendilerinde var olduğunu hissettikleri ya da var olduğunu vehmettikleri gücü, siyasetin üstünde bir vesayet aracı olarak kullanmamalarıdır. Dolayısıyla eğer siyasete bir şekilde etkide ve katkıda bulunmak istiyorlarsa, geçmişte biz bunu vesayetçi odak için de söylemiştik; Türkiye'de kim siyaset yapmak istiyorsa buyursun siyasetin alanına gelsin.
TBMM'de şu anda 6 siyasi parti grubu var. 14 siyasi parti TBMM'de temsil ediliyor. Türkiye'nin siyaset alanı herkese açıktır. Ama hiç kimsenin, elindeki bir imkanı kullanarak siyasetin üstünde vesayet manasına gelecek, bunu çağrıştıracak, bu anlamda siyasete, yargıya ve diğer devlet kurumlarına yön vermeye kalkacak sözleri sarf etmemesi gerekir. Herkes kendi işini yapsın. Herkes kendi sorumluluklarının farkında olsun. Eğer hepimizin vazifesi Türkiye'nin gelişmesini, büyümesini, kalkınmasını sağlamaksa, demokratik standartlarımızın yükselmesi için mücadele etmekse bunun yolu yöntemi Türkiye demokrasisinin standartlarının nasıl yükseleceğine dair görüşleri ortaya koyabilmektir.
Türkçede güzel bir laf var, "Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer' diye. Bu tür vesayet çağrıştıran çıkışlar her seferinde halkımıza geçmişte yaşanan o tehlikeli ve karanlık günleri hatırlatıyor. Kimsenin bu tür yollara tevessül etmemesi lazım.
SORU: Eski Türkiye geride kaldı diyebilir miyiz?
Hiç şüphesiz... 28 Şubat döneminde, bir taraftan sivil bir güç olan, Türkiye'nin en önemli gücü olduğunu varsaydığımız medya, "artık bu iş ya silahla olacak ya da silahsız" diye manşetler atıyordu. "Topyekun savaş" manşetleri atıyordu. İki de bir, "Yüksek rütbeli bir subaydan alınan bilgiye göre" diye manşetler çekiyordu. Bir dönemler milli iradenin üzerinde güçleri olduğunu vehmeden sivil toplum kuruluşları sürekli bildiriler yayınlıyorlar ve dönemin hükümetine ayar vermeye kalkıyorlardı. Çok şükür bunların hepsi geride kaldı. Artık Türkiye'de güçlü bir siyasal yapı ortadadır. Artık zayıf, ayakta duramayan ve ayakta durmak için başka çevrelerden destek beklentisi içinde olan hükümet devri geride kalmıştır. Türkiye'de seçim akşamı ülkeyi kimin yöneteceği belirleniyor ve doğrudan doğruya milletin kararıyla sandıktan ne çıkarsa o hükümet iş başına geliyor.
SORU: Bu bazı kesimlerde rızasızlık ve tahammülsüzlük bitmiş gibi gözükmüyor. Yani sandık dışı teamüller, sandık dışı çözümler getiren açıklamalar yapılıyor.
Asla, bunlar kabul edilemez, bunlar tasvip edilemez. Dediğim gibi bu işin yolu bellidir. Herkesin, her fikrin Türkiye demokrasisinde yeri vardır, olgun bir şekilde herkes görüşlerini söyler. Nihayetinde bu bir yarış… Halkın önüne çıkarsınız, halk kimi beğeniyorsa, hangi programı beğeniyorsa, hangi siyasal projeye destek vermek istiyorsa seçim günü o desteğini verir herkes sonucuna rıza gösterir. Bu tabii seçimden seçime konuşmak manasına da gelmiyor. Seçimden sonraki dönemlerde de herkes yine siyasi mücadelesini fikri rekabet ilkeleri içerisinde sürdürür.
SORU: Bir yandan Türkiye'de özellikle muhalefet tarafından erken seçim tartışmaları gündeme getiriliyor. Buna dair de farklı kesimlerce mesaj verilmesi, muhalefet tarafından öne sürülüyor. Ardından da TÜSİAD'ın açıklamalarını duyuyoruz.
Muhalefet, dünyanın bütün demokrasilerinde her zaman erken seçim isteyebilir. Bu, saygıyla karşılanır. Ama erken seçimin olabilmesi için önce siyasal şartlarının gerçekleşmesi lazım. Bu da yetmez, bunun sayısal şartlarının da oluşması lazım. Şu an itibarıyla bu şartların oluşmadığını görüyoruz.
İşte görüyorsunuz, uluslararası ilişkiler ve daha birçok konuyla ilgili konuşuyoruz. Çok daha sıcak meseleler önümüzdeki günlerde gündeme gelecektir. Bütün bunları konuşurken seçmen kitlesinin objektif şartları oluşmamış bir erken seçim tartışmasıyla meşgul edilmesinin açıkçası çok da yerinde olmadığını düşünüyorum.
SORU: DEM Parti İmralı ziyaretinin ardından ilk görüşmeyi sizinle yapmıştı. Ardından da siyasi partilerle bir araya geldi. Artık bu noktada terörist başından da bir çağrı, bir mesaj yayınlanmasını, açıklanmasını bekliyoruz. Bu tarihle ilgili sizin bir öngörünüz var mı? Nasıl bir açıklama bekliyorsunuz? Bundan sonra meclis özelinde nasıl bir çalışma yürütülür?
Sayın Devlet Bahçeli'nin açıklamalarıyla, Sayın Cumhurbaşkanımızın da iradesiyle sürecin başladığını ve çok şeffaf bir şekilde yürütüldüğünü ifade etmek isterim. DEM Parti'nin Meclisteki partileri, görüşmelerle ilgili bilgilendirmesi önemlidir. Kaldı ki ilgili devlet kurumları, sürecin en ince detayına kadar takibini yapmaktır.
Ümit ediyorum, İmralı'dan en kısa süre içerisinde terörün bitirildiği ve artık bir terörsüz Türkiye döneminin başladığını ilan edecek açıklama gelir. Ben tarihler üzerinde durmaktan ziyade bu işin sağlam bir şekilde ama çok da vakit kaybetmeden bitirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bölgemiz çok hassas bir dönemden geçiyor. Bölgemizdeki esas mesele, özellikle Amerika'nın Irak'ı işgaliyle birlikte hızlanan bölünme ve parçalanma meselesidir. Özellikle etnik, mezhebi ve dini farklılıklar biraz da neo-emperyal projenin bir parçası olarak, sürekli kaşınarak ayrılıklar körükleniyor. Türkiye olarak bizim bu bölgedeki milli menfaatimiz sadece Türkiye'nin içerisinde terörün bitirilmesi değil bu bölgenin tamamında istikrarın ve sükunetin sağlanmasıdır. Daha fazla dağılmanın değil, daha fazla bütünleşmenin temin edilmesidir. Dolayısıyla biz kendi bölgemizde işbirliğine dayalı bütünleşme ve ortaklaşmayı artırmak durumundayız. Bunu yaparken de kendimizi bütün tehlikelerden korumak için iç cephemizin kuvvetlendirilmesi gibi hayati bir hususu esas alıyoruz. 40 yılı aşkın bir süredir, 40 bin insanımızın hayattan koparılmasına neden olan, en az 2 trilyon dolar seviyesinde maddi kayba neden olan bir terör belasından bahsediyoruz. Bu terör örgütünün de uzun yıllar, yabancı devletler ve istihbarat örgütleri tarafından desteklendiğini biliyoruz. Dolayısıyla bunu bir an evvel bitirmek, Türkiye'nin en önemli önceliklerinden birisi olmak zorundadır. Siyasi kanaatlerimiz ne kadar farklı olursa olsun, herkesin terörün bitirilmesiyle ilgili bu sürece destek olması gerektiği kanaatindeyim.
Tabii ki sürecin sağlıklı bir şekilde yürümesinin ilk adımı da İmralı'dan beklenen o açıklamanın gelmesidir ve Türkiye'nin gündeminden terörün ilanihaye kaldırılmasıdır. Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak hep beraber kendi geleceğimize sahip çıkıyoruz. Bunun için bu açıklamanın hayati bir önemde olduğunu düşünüyorum. Arkası zaten çok süratle gelir.
SORU: Diyelim ki çağrı geldi ancak terör örgütü buna mukabele etmedi. Bu doğrultuda nasıl bir süreç işleyecektir? Terör örgütünün her koşulda ortadan kaldırılması sağlanacak mı?
Yani olumsuz senaryo üzerinde konuşmayalım. Ama Türkiye, en kötü senaryoya karşı da zaten hazırlıklıdır.
SORU: Türkiye'nin dünyada, yükselen bir değer olduğundan bahsettik. Eskiden Türkiye'yi eleştirenler, şimdi Avrupa ordusu Türkiye'siz olmaz demeye başladılar. Türkiye'ye yeni bir Avrupa perspektifi çizilmeye başlandı. Siz özellikle Avrupalı mevkidaşlarınız temaslarınızda Avrupa'nın güvenliği Türkiye'siz olmaz denmesinin izlerini görmeye başladınız mı? Avrupalı siyasetçilerin Türkiye'ye karşı çok daha büyük bir merak ve ilgiyle yaklaşmaya başladıklarını görüyoruz…
Avrupa Birliği uluslararası ilişkiler bakımından çok başarılı bir entegrasyon projesiydi. Ancak Avrupa Birliği'nin, eğer ortak bir Avrupa ordusu kuramazsa dağılma sürecine girebileceğini yıllar öncesinden öngörüyorduk. Bugün geldiğimiz noktada Avrupa Birliği içerisinde temel konularda ortak bir fikir oluşturulamıyor. Bu durum en son Fransa'daki masada, liderlerin yüzlerine ve tavırlarına yansımış görünüyordu.
Avrupa, kanaatimce, 2014 yılında Kırım'ın ilhakına ses çıkarmayarak treni çoktan kaçırdı. Dolayısıyla Avrupa'nın güvenliğinin çok zayıf olduğu Kırım'ın ilhakı sonucunda tescillendi. Trump'ın iş başına gelmesiyle birlikte, AB'nin işinin daha zorlaşacağı aşikardır. Trump'ın NATO'yu da bir yük olarak gördüğü anlaşılıyor. Avrupa siyasetini zor bir dönemin beklediğini söylememiz mümkün. Avrupa'daki siyaseti zorlaştıran esas gelişmeyse, hemen hemen Avrupa'nın her ülkesinde aşırı sağın yükselişidir. Zaten zar zor bir arada durabilen ortak Avrupa kimliğinden son derece uzaklaşmış olan AB, ultra milliyetçilik, artı mikro-milliyetçilik dalgalarının yükselmesiyle çok daha zor bir sürece girecektir.
Sadece Kırım meselesi değil, Avrupa'nın siyaseten zorlanmasını sağlayan gelişmelerden biri de Gazze'deki soykırıma karşı gösterdikleri tavırdır. Eğer AB'nin kurucu değerleri olan demokrasi, insan hakları gibi temel konularda gerçekten duyarlı olup, ortak bir ses çıkarabilseydi +yalnızca siyaseten Filistin devletinin yanında olmaktan bahsetmiyorum- masum, mazlum, yaşlı, kadın, çocuk, kimsesiz, Gazze halkının yanında durabilmeyi eğer başarsaydı, Avrupa, insanlık cephesinin öncüsü olurdu. Ama hükümetlerin yapamadığını vicdan ve insaf sahibi halklar yaptı. Hükümetlerinin politikalarının aksine sokaklara çıkarak Filistin halkının yanında yer aldı.
Dolayısıyla Avrupa'nın çok önemli fırsatları kaçırdığı kanaatindeyim. Hele hele bundan sonra bir de Trump'la Avrupa ilişkilerinde denge kurmak öyle çok kolay olmayacak gibi görünüyor ve öte yandan Avrupa'da ciddi bir liderlik sorunu olduğu da aşikardır. Bu gelişmeler çerçevesinde Trump ABD'si ile Avrupa ilişkileri arasında bir dengenin kurulması çok kolay olmayacak gibi görünüyor.
SORU: Bize gelirlerse? Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, tam üye olmadan AB ordusunun parçası olması istenirse?
1963'ten beri Avrupa Birliği'nin adaylık sürecinde bulunan bir ülke, her seferinde farklı farklı gerekçeler öne sürülerek ve son derece çifte standartlı gerekçelerle Avrupa Birliği üyeliğinin dışına itilmiş bir ülkeden Avrupa'nın çok kolay böyle bir istekte bulunacağını zannetmiyorum.
SORU: Bir beklenti oluşturuluyor Kürt kökenli insanlarda. Öcalan çağrı yapacak, karşılığında bir şeyler alacağız, Kemalizmin Türk tanımlaması bitecek, işte anayasadaki Türklük tanımlaması dahil olmak üzere Türkiyeli diye bir kavram gelecek vesaire. Şimdi böyle bir pazarlık sürecinde değiliz değil mi?
Hayır, kesinlikle. Biz hepimiz ortak bir medeniyetin çocuklarıyız, aynı vatanın evlatlarıyız, aynı bayrağın altında yaşayan insanlarız. Esas meselemiz Türkiye'de birliği dirliği sağlamak ve bu bölgesel şartlar altında Türkiye'nin iç cephesini tahkim etmektir.
Bize bu kadar fatura ödeten, on binlerce insanımızın ölmesine, bu kadar büyük yılları kaybetmemize neden olan bu sorunun ortadan kaldırılması için anahtar; Kürt'ün onurunu, Türk'ün gururunu koruyacak çözümleri ortaya koymaktır.
Kürt'ün onuru derken şunu kastediyorum. Her bir vatandaşımızın gerçekten eşit yurttaşlık temelinde, kendisine bir ayrımcılık yapılmadığını hissettiği bir iklimin oluşturulmasıdır. Öte taraftan Türklerin de hiçbir şekilde "Gizli saklı bir pazarlık yapılıyor, bir şeyler alınıyor, bir şeyler veriliyor. Burada bizim de anlamadığımız birtakım işler dönüyor" manasında bir tereddüt içerisinde olmamaları sağlanmalıdır. Süreç halkımızın ve siyasetin murakabesinde şeffaf bir şekilde yürütülmektedir.
TBMM Başkanı olarak özellikle siyasetçilerimizden ricam şudur. Herkes, yüz kere düşünüp bir konuşsun. Konuşmak kolaydır. Ağızdan çıkan sözü geri almak zordur. Mühim olan iyi bir iş yapmak. Türkiye'nin on yıllar boyunca devam eden terör sorununu bitirerek önümüzdeki döneme gençlerimize, torunlarımıza, gelecek nesillere rahat edeceği bir Türkiye'yi bırakmaktır. Türkiye'nin artık terör diye bir meselesi olmamalıdır.
YORUMLAR
Yorum Yap