60 Yıl Önce Bugün!..

20 Kasım 1962'de son bulan ABD-SSCB nükleer krizi ve Türkiye'nin dolaylı rolü...

  • | Son Güncelleme:
  • | Yeni Günaydın

Güncel buhranlardan sıkılanlara geçmiş buhranlar: 20 Kasım 1962'de son bulan ABD-SSCB nükleer krizi ve Türkiye'nin dolaylı rolü

İşimiz geçmişin sorumluluğunu üstlenmek değil, geleceğin rotasını belirlemektir.

John F. Kennedy

Tarihe bayılırım, fakat hangi tarihe? Saklanan mı, ortadaki yalan olan mı?

Nikita Kruşçev

Nükleer silahlar çıktığından beri insanlık ilk kez nükleer savaşın eşiğine gelmişti. 

Soğuk Savaş döneminin iki başkenti, Moskova ve Washington'dan birilerinin düğmeye basıp o korkunç silahları ateşlemesi an meselesiydi.

Sovyetler'in ABD'ye ait U-2 casus uçağını kendi toprakları üstünden habersiz uçtuğu için düşürmesinin üstünden henüz iki yıl geçmişti.

Dünya ülkelerinin tarafını seçmek zorunda bırakıldığı o dönemde zaten yüksek olan tansiyonun üstüne bir de Küba füze krizi ekleniyordu.

1962 yılının sonbaharıydı. ABD, Türkiye ile İtalya'ya; SSCB ise Küba'ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirmişti. Biri açıktan diğeri gizliden yapılmıştı.

İki süper gücün restleşmesinin ardında yatan asıl neden ise Küba'da devrimle iktidara gelen Fidel Castro ve hükümetini ortadan kaldırmaktı.

Moskova ile Washington sadece güçlerini test etmiyor aynı zamanda dünyanın sinir uçlarıyla oynuyordu.

Küba bir İspanyol sömürgesiydi. Hemen yanı başında Avrupa devletleri vardı ve ABD'nin Florida kıyılarına sadece 90 mil uzaklıktaydı.

1898'te birçok Latin Amerika ülkesi gibi ABD'nin kontrolü altına girmişti, kâğıt üstünde bağımsız ama idare eden fiilen ABD'ydi.

O dönem ekonomisi tarıma dayanan Küba, ABD'ye şeker ve tütün ihraç ediyordu.

Kimine göre Kübalı yöneticiler vaziyeti idare ediyordu, kimine göre ise bu durumdan hoşnutlardı.

Küba'nın siyaseten kontrol edildiği ve ekonomik anlamda elinin kolunun bağlı olduğu ise sır değildi. Amerikalılar o bağlılığı daha fazla artırmak için ülkedeki şeker kamışı tarlalarına hayli yatırım yapmışlardı.

Demokrasi yoktu. Zaten 1902'de imzalanan Platt Anlaşması ile ABD bir anlamda Küba'nın vasiliğine soyunmuş, ülkenin iç işlerine müdahale edebilme hakkını elde etmişti. 

Demokrasi yoktu ama sırtını ABD'ye dayamış diktatörler vardı. Bu tavırlarını devam ettirdikleri müddetçe ABD'den neredeyse koşulsuz destek alabilen diktatörler...

Bu algıyı yıkacak isim Fidel Castro olacaktı.

Castro Küba'yı dönüştürüyor

Castro ve arkadaşlarının ayaklanması hem Küba-ABD ilişkilerinde hem Latin Amerika'nın havasında pek çok şeyin değişeceği anlamına geliyordu.

Castro'nun önderlik ettiği mücadele üç yıl sürdü.

1958'te dağlar ve kırsalda ortaya koyduğu plan başarı kazanınca, Partido Socialist Popular'ın kerhen de olsa desteğini aldı.

8 Ocak 1959'da gerillaların başında Havana'ya girdi.

Batista diktatörlüğünden iyice bunalmış olan halk zulümden artık yılmıştı.

Havana'ya girdikten sadece iki gün sonra Moskova onu ve yeni rejimini tanısa da Castro hemen karşılık verme yoluna gitmedi. 

Mayıs 1959'da Tarım Reformu Kanunu'nu yürürlüğe koydu Castro. 

Büyük topraklar kamulaştırıldı, ABD'nin yıllar önce yaptıkları yatırımlar bir anda buharlaştı.

Büyük şeker kamışı plantasyonları yani büyük ölçekli tarımsal işletmeler ellerinden çıkmıştı!

Artık ABD sadece Castro'dan şüphe etmiyor tam da karşısında duruyordu.

Sosyalistler halinden memnunken 90 mil ötedeki Amerikalılar ise listeye yeni düşmanlarının ismini yazıyorlardı. 

Kennedy'nin en unutulmaz yenilgisi: Domuzlar Körfezi Çıkarması

Yeni Başkan Demokrat Parti'nin adayı John F. Kennedy'ydi.

Küba onun için de öncelikli meselelerinden biri oldu.

Castro'nun adı konmamış komünizminin diğer Latin Amerika ülkelerine sıçramasını hiç istemiyordu.

ABD kendi arka bahçesini yeniden dizayna girişti ve Mart 1961'de "Gelişme İttifakı" adı verdiği sistemi ortaya attı.

Buna göre Latin Amerika ülkelerinin ekonomik kalkınmaları hızlandırılacak, Küba dışındaki 18 bölge ülkesine toplam 908 milyon dolarlık yardım yapılacaktı.

Bir başka plan ise daha sonra Kennedy'ye "Zaferin yüz tane babası vardır ama hezimet yetimdir" cümlesini kurduracak olan Domuzlar Körfezi Çıkarması'ydı. 

Aslında plan daha Kennedy Beyaz Saray'a taşınmadan önce CIA (Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı) tarafından şekillendirilmişti.

Küba'dan kaçıp ABD'ye sığınan Castro aleyhtarları aylarca askeri kamplarda eğitime tabi tutulacak ardından Küba'ya bir askeri çıkarma gerçekleştirilecekti.

CIA'e göre Küba halkı bu "seçkin" timi gördüğünde onlarla birleşecek ve Castro'ya karşı ayaklanmayla kısa sürede Küba'daki yeni yönetim iktidardan alaşağı edilecekti.

Çıkarmanın yapılacağı yer Domuzlar Körfezi'ydi.

Kennedy plan kendisine açıklandığında tereddüt etse de kendisine garanti verildi.

Sovyetler: Gerekirse Küba'yı füzelerle koruruz

Bu arada Küba basını ABD'ye karşı Sovyet füzelerinden söz ediyordu.

1960 Haziran'ında Sovyetler lideri Kruşçev "Gerekirse Küba'yı füzelerle dahi koruyabiliriz" diyor, birkaç ay sonra ABD'nin Küba'yı istilaya hazırlandığıyla ilgili dedikodular gazete sayfalarına taşınıyordu.

Kennedy'ye tüm bu gelişmeler karşısında kerhen de olsa CIA'in planladığı Domuzlar Körfezi çıkarmasına ikna olmaktan başka yol kalmamıştı. 

15 Nisan 1961. Önce Nikaragua'dan kalkan Amerikan B-26 uçakları Küba'daki havaalanlarını bombalamaya başladı.

İki gün sonra Guatemala'dan yola çıkan gemi ile Castro muhaliflerinden oluşan ekibin Domuzlar Körfezi'ne çıkarması başladı.

Ama planlar tutmadı.

CIA'in öngördüğü gibi Küba'da kimse bu çıkarma timini desteklemeye gitmedi.

Castro kuvvetleri üç gün içinde isyanı bastırdı.

Tabi bu sadece beceriksizlikle açıklanabilecek bir durum değildi.

Fidel Castro, işgali bekliyordu ve adanın genelinde kritik gördüğü noktalara birçok mevzi yapılması talimatını vermişti.

Günün sonunda 300'den fazla Castro aleyhtarı öldürülmüş, binden fazla karşı devrimci ise esir alınmıştı. ABD, küçük düşmüştü.

Akıllarda kalan mükemmel bir fiyaskodan başka bir şey değildi. 

Kruşçev'den Kennedy'ye mesaj

Tüm bu olup bitenden çok kısa bir zaman sonra, 18 Nisan 1961'de SSCB lideri Kruşçev harekete geçip muhatabı Kennedy'ye bir mesaj gönderdi.

O mesajda ABD'nin canice bir istilaya giriştiğinden bahsediyor, bunun durdurulmasını talep ediyor, eğer Washington yönetimi geri adım atmazsa Sovyet Rusya'nın diğer ülkelerle birlikte gereken tedbirleri alacağını öne sürüyordu. Kennedy cevabı akşam verdi.

Ülkesinin Küba'yı istila etmek gibi bir niyeti olmadığını söyledi.

Bununla birlikte kendi sahasındaki olası bir müdahaleye karşı, ABD'nin Latin Amerika ülkelerine karşı üzerine aldığı taahhütleri yerine getirmekten kaçınmayacağını belirtti.

Castro: Küba sosyalist bir devlettir

1 Mayıs 1961, İşçi Bayramı.

ABD'nin Castro'yu devirme teşebbüsünün üstünden birkaç ay geçmişti.

O güne kadar kendisini komünist ya da sosyalist olarak tanımlamaktan çekinen Castro yaptığı konuşmada ülkesini sosyalist bir devlet olarak takdim etti.

Zengin çiftçinin gayrimeşru oğlu sonunda itiraf etmişti.

Artık Küba da Soğuk Savaş'ta safını açıkça belli etmiş, solda durduğunu resmen ilan etmişti.

1962 yılı başında Sovyetler için artık harekete geçme vaktiydi.

ABD'nin Şubat 1962'de Küba ile tüm ticari ilişkisini de kesmesinin ardından Havana yönetimi için artık Moskova ile birlikte adım atmak dışında başka bir yol kalmamıştı. 

Che Guevara'nın aynı sene içinde Sovyet başkentine ikinci ziyaretini gerçekleştirdiğinde kurduğu bir cümleyse ABD'nin arka bahçesinde yaşananlar karşısındaki rahatsızlığı doruğa çıkardı.

Guevara "SSCB, Küba'ya emperyalist çevrelerin tehditlerini karşılayabilecek silahlar vermeyi kabul etti" diyordu.

Bu cümlenin ardından önce ABD basını, sonra siyasetçileri şu soruyu sormaya başladılar:

Acaba silahlar dışında Moskova Küba'ya füzeleri için bir üs mü kurmuştu?

Bu sorunun yanıtını verecek olan ne siyasiler ne gazeteler; 7 ton ağırlığında gökyüzünde süzülebilen keşif uçağı U-2, nam-ı diğer "Ejderha Kadın" olacaktı. 

Ejderha Kadın'dan kırmızı hatta uzanan yol

ABD'nin U-2 uçağı Ejderha Kadın aslında iki sene öncesinden sabıkalıydı.

Üretileli henüz 7 yıl olmuştu.

1960'ta ise Amerikalı pilot Gary Powers'ın kullandığı uçak, Pakistan'daki Peşaver hava üssünden kalkıp Sovyet toprakları üzerinde keşif yaparken, Sverdlovsk civarında düşürülmüştü.

Bu olay ABD ile SSCB arasında krize yol açmıştı.

Bu kez muadilleri Küba üzerinde keşif uçuşu yapacaktı.

1962 senesinin ağustos ayında başlayan uçuşlarda adada SSCB'ye ait füze üslerinin var olduğu rapor edilmişti. 

Ancak Kennedy bu kez eşeğini sağlam kazığa bağlamak istiyordu, kanıt lazımdı.

Domuzlar Körfezi çıkarmasında olduğu gibi bir rezaletle yeniden karşı karşıya kalması iktidarını ve partisinin önümüzdeki seçimlerdeki şansını hayli zora sokabilirdi.

U-2'nin uçuşları devam etti.

Ekim 1962'te Sovyetler'in Küba'ya füzelerini yerleştirildiğinden artık emindi.

ABD Başkanı'nın masasının önüne Küba'daki Sovyet üslerinin fotoğrafları gelmişti.

Kennedy, 22 Ekim akşamı ülkedeki tüm TV ve radyoların canlı yayınlayacağı konuşmasında halkını ve dünyayı olup bitenden haber etti, özetle şu cümleler çıktı ağzından:

Özgürlüğün bedeli daima pahalıdır. Fakat Amerikalılar bu bedeli daima ödemişlerdir. Küba'nın karantinaya alındığını ilan ediyorum.

13 yıl gibi süren 13 günlük nükleer kriz

Evet, Küba'da Rusların füzeleri vardı.

Ve bu füzeler kuzeyde Hudson körfezi, güneyde ise Lima'ya kadar bir alanı vurabilecek menzile de yeteneğe de sahipti.

Beyaz Saray için ise bu dünya barışına yönelik bir meydan okuma, uluslararası güvenlik için açık bir tehditti.

Füzeler bir an önce yerinden sökülmeliydi.

Kruşçev'in birkaç ay önce yaptığı "Füzelerimiz o kadar güçlü ki, kendi sınırlarımız dışında herhangi bir üsse ihtiyacımız yok" açıklamasının da yalan olduğu ortaya çıkmıştı. 

1961 baharında Kruşçev, Küba'ya ABD'nin Türkiye'ye yerleştirdiği Jüpiter füzeleriyle benzer nitelikte Sovyet füzeleri yerleştirmiş, böylece hem dengeyi sağlamış hem ABD'nin arka bahçesinde bir üs edinmişti.

SSCB'nin Türkiye'ye konuşlu orta menzilli füzelerden rahatsız olduğu ve epeydir buna bir karşılık vermek istediği sır değildi.

SS-4 ve SS-5 füzeleri büyük bir gizlilikle yürütülen Anadir Operasyonu'nda Sovyet gemileri ve kargo uçaklarının yardımıyla adaya ulaştırılmıştı.

Ama birkaç ay sonra U-2 pilotu Binbaşı Richard Heyser'in çektiği fotoğraflar her şeyi ayan beyan ortaya koyacaktı.

Gerilim tüm dünyanın dilindeydi.

III. Dünya Savaşı kapıdaydı, hiç bu kadar yaklaşılmamıştı.

23 Ekim 1962'de İngiliz tabloid gazetesi Daily Sketch'in manşeti ABD Başkanı Kennedy'nin dünyaya yıkıcı bir çatışmanın çok gerçek bir olasılık olduğunu duyuruyor, SSCB'ye verilen ültimatomdan bahsediyordu.

 ABD yönetimi öfkeliydi ve Kennedy gerçekten de dediğini yaptı.

Küba ablukaya alındı.

24 Ekim 1962'den itibaren 19 savaş gemisi, Küba kıyılarının 800 km çapında bir alanda çember oluşturdu.

Amaç Küba'ya giden tüm gemileri kontrol etmek, adaya silah götürülüp götürülmediğini denetlemekti.

Eğer kontrolü kabul etmeyen gemi olursa onlara karşı güç kullanılacaktı.

Tam da o sırada Atlantik'te başka bir hareketlilik vardı.

25 kadar Sovyet gemisi de Küba istikametinde seyrediyordu.

Sadece sahada değil diplomasi de kapışma başlamıştı.

Moskova yönetimi ABD'yi BM Güvenlik Konseyi'ne şikâyet etti, gerekçe ABD'nin barışı tehdit ettiğiydi.
Tüm bunlar yaşanırken Castro da içeride askeri hazırlıklarını yapıyordu.

Dünya büyük savaşı bekliyordu.

Ufacık bir kıvılcım dahi III. Dünya Savaşı'nın başlaması anlamına gelecekti.

İki süper güç de nükleer silahlara sahipti.

ABD'nin II. Dünya Savaşı sırasında Japonya'da kullandığı atom bombalarının yıkıcılığı hala dillerdeydi.

Sovyetler ise hem sayıca hem etkinlik olarak daha işe yarar nükleer silahlar üretmenin ve elbette bilginin peşindeydi.

Truman'ın bile ABD başkan yardımcısı olduğu dönemde hiç haberi olmadığı Manhattan Projesi'nden Stalin'in haberdar olması, Amerikan projesinin içine sızan Sovyet ajanların mahareti sayesindeydi. 

Yıllar içinde iki ülke sayısız savaş başlığı geliştirmiş, nükleer cephanelikler için milyarlarca dolar kaynak ayrılmış, Büyük Okyanus'ta ya da Sibirya'nın kuzeyindeki boş arazilerde hidrojen bombaları gövde gösterisi amacıyla patlatılmış, stratejik bombardıman uçaklarıyla kıtalararası balistik füzeler inşa edilmiş, nükleer silahlanma yarışında akıldışı bir rekabete girişilmişti.

Kore ve Vietnam'da (1953,1954) barış görüşmelerini hızlandırmak için ABD; Britanya ve Fransa'yı 1956'da Süveyş'ten çekilmeye zorlamak için ise SSCB nükleer tehdide başvurmuştu.

Şimdi, gerginliğin had safhaya ulaştığı noktada iki başkent kas güçlerini her an ortaya koyabilecek bir ruh halindeydi.

Küba'da çıkan füze krizi, birkaç gün için dünyayı gereksiz bir savaşın eşiğine getirdi ve en üst düzeyde karar alanları bile bir süre için haklı olarak korkuttu.

İdeolojik tenis maçından, "Ver Türkiye'yi Al Küba'yı" mesajına…

İdeolojik tenis maçı sadece liderleri değil, tüm dünyayı endişeye soktu.

Beyaz Saray ve Kremlin'de hesap kitap yapılırken dünya basını olası bir nükleer savaşta ABD ve Sovyetler'den yaklaşık 200 milyon insanın hayatını kaybedeceğini çoktan hesaplamıştı.

Gerilim arttıkça ilk tavizi Sovyetler verdi.

12 gemisinin rotasını değiştirdi.

Ama asıl işaret 28 Ekim 1962'nin ilk saatlerinde verildi.

Kruşçev, Kennedy'ye bir mesaj gönderdi.

Bu aynı zamanda 13 stresli günün sonunun başlangıcı anlamına gelecekti.

Şimdi kızışan silahlar değil diplomasiydi.

Bu pazarlığa bir isim verilse muhtemelen adı "Ver Türkiye'yi, Al Küba'yı" olurdu.

Kruşçev mesajına düşmanının endişesinin anlaşılır olduğunu doğrulamakla başladı.

Fakat Küba ABD'nin 90 mil uzağındaysa Türkiye de SSCB'nin sınır komşusuydu.

Ve SSCB de Türkiye'deki Amerikan füzeleri yüzünden benzer bir endişeyi taşıyordu.

Rus lider, "Eğer Türkiye'deki Jüpiter füzelerini kaldırırsanız biz de Küba'daki füzeleri kaldırmaya istekli olabiliriz" diye bir cümleyle devam etti sözlerine.

Mesajda gerekli görülürse bir anlaşma yapılabileceğinden ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünün taahhüt altına alınabileceğinden bahsediliyordu.

Türk-Amerikan ittifakının güvencesi, Küba'ya karşılık diplomasisi masasında pazarlık kozuna dönüşmüştü. 

Kennedy eski başkana soruyor: Sence ne yapmalıyım?

Kennedy mesajı alır almaz, Beyaz Saray'daki durum odasına indi.

Danışmanlarıyla toplantı başladı.

Başkan bir yandan Türkiye'nin pazarlık masasına konulmasına tepkili bir yandan ise İzmir'deki üsse yerleştirilen Jüpiter füzelerinin artık etkisini yitirmeye başladığı kanaatindeydi.

Söz konusu füzeler tek başına ABD tarafından değil NATO-Türkiye anlaşmasıyla İzmir'e yerleştirilmişti.

Sovyetler'in çekindiği füzelerin aslında birçok açıdan dezavantajı vardı.

Yüzeylerinin çok ince olması, en küçük darbede bile delinmeye müsait yapısı, ateşlenmesinin saatler alması gibi…

Veriler ortadaydı.

Ha keza, gezegenin üçüncü büyük savaşı da kapıda... 

Ama Kennedy sadece danışmanlarına başvurmakla yetinmedi.

Kruşçev'den aldığı mesajın ardından eski Başkan Dwight D. Eisenhower'ı da aradı.

Eisenhower, Cumhuriyetçi Parti'dendi.

Görevi devraldığı kişiydi, rakibiydi.

Ama aynı zamanda II. Dünya Savaşı sırasında, 1944-1945 yıllarında Avrupa'daki Müttefik Kuvvetler'in başkomutanlığını yapan, ABD'nin nükleer silahlanmasını başlatan isimdi.

28 Ekim 1962'de özel hattan onu da aradı.

Aralarında geçen diyalog şöyleydi:

JFK: General merhaba. Sizi önemli bir konuda bilgilendirmek istedim. Çünkü bu konudaki endişelerinizi biliyorum. Biz cuma gecesi bir mesaj aldık. Kruşçev, Küba'yı işgali planlamadığımız sürece adadaki Rus füzeleriyle teknisyenleri geri çekeceğini söylüyor. Ertesi sabah yolladığı mesajda ise bunu biz Türkiye'deki füzelerimizi çekersek yapacağını belirtti. Anlaşmaya yanaşmayacaktık ancak sabah bu mesajı aldık. Şimdi olayın nasıl gelişeceğini bekleyip görmek durumundayız. İçinde çetrefilli bir durumu barındıran iyi bir anlaşma var ortada.  (...) Düşünüyorum da eğer bunu yaparsak konu hakkında bir ilerleme sağlayabiliriz.

Eisenhower: Elbette, Sayın Başkan. Ama bunlar dışında herhangi bir şart koştu mu? 

JFK: Hayır, bunun dışında Küba'yı işgal etmeyeceğiz. Elimizdeki tek şey bu şimdilik. Zaten bu şartlar altında Küba'yı işgal etmeyi de düşünmüyoruz. Yani eğer Rusları oradan dışarı çıkarabilirsek çok daha iyi durumdayız demektir. 

Eisenhower: Bu muhteşem. Tamamen katılıyorum. Sadece onun bizim sözümü tutup tutmayacağımızı anlamaya çalışıp çalışmadığını merak etmiştim.

Diyalogun ardından Kennedy kararını vermişti.

Bu işlevsiz füzeler için III. Dünya Savaşı ihtimalini göze almak istemedi ve Kruşçev'in teklifini kabul etti.  

Barışın korunması yönelik karşılıklı adımlar atılacak ancak pazarlıklar kapalı kapılar ardında yürütülecekti.

SSCB bu isteği anlayışla karşıladı.

Küba ve Castro ile başlayan gerginlik, füze üsleriyle tırmanmış, tansiyonu düşüren Türkiye'ye konuşlu Amerikan füzeleri olmuştu.

Gayriresmi Küba-Türkiye pazarlığında son hamleyi ABD Başkanı'nın kardeşi Robert Kennedy ile Rus yetkililer yaptı.

Ve sorun çözüldü.

Her ne kadar dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren olayın çözümü için saklı kalacak denildiyse de Moskova radyosu olan biteni tüm dünyaya duyurdu.

ABD ise kamuoyu önünde olan biteni reddediyor, Küba'ya ablukanın kalktığını ve gerilimin sona erdiğinden bahsediyordu.

Tarih 20 Kasım 1962'ydi, Küba buhranı ve III. Dünya Savaşı ihtimali nihayet geride kalmıştı. 

Kaynakça:

20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Prof. Dr. Fahir Armaoğlu
Kısa 20. Yüzyıl – 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Eric Hobsbawn
JFK Başkanlık Kütüphanesi ve Müzesi, Telefon Analog Kayıtları&JFK-Eisenhower Görüşmesi
Ver Türkiye'yi, al Küba'yı, Erdal Güven, Hürriyet Gazetesi, 28 Ekim 2012
İki Müttefik, Bir Kriz: Türk-Amerikan İlişkilerinde Jüpiter Füzeleri Krizi: Bahar İzmir
Küba'da Neler Oldu, Robert F. Smith
Bir Füze Krizinin Oluşması: Ekim 1962, Herbert S. Dinerstein

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yapılmamış.İlk yorum yapan sen ol...

Yorum Yap

Bu Alan Boş Bırakılamaz
Bu Alan Boş Bırakılamaz
Yorum Yapma Şartlarını Kabul Etmediniz